4. Bölüm

55 2 0
                                    

Medya da Nevra...

Perde ardına kadar açıktı. Kocaman pencereden Dicle nehrinin bir ucu görünüyordu ay ışığının yansımasından. Belki başka zaman olsa bu manzarada tatlı hayaller kurulabilirdi ama biz kendi köşelerimize çekilmiştik.

Bu gece elbette sabaha kavuşacaktı ama içinde bulunduğum karmaşanın bir çözüme kavuşacağı tam bir muammaydı. Bir girdaba teslim olmuş gibi hissediyordum kendimi. Elimi uzattığım her şey kökünden kopmuş gibi kuruyordu.

Ali'nin silueti pencerenin önünde kıpırdamadan duruyordu kaç saattir. Bir elini cebine sokmuştu. Gevşettiği kravatı pencereden gelen rüzgardan dolayı sallanıp duruyordu. Dicle'nin manzarası onu hapsolduğu düşüncelerden kurtaramamış gibiydi.

Elini cebine sokup bir dal sigara çıkardı. Sonra ustaca çakmağını çaktı. Kirli sakallı yüzü bir iki saniyeliğine aydınlandı. Sigarasından uzun bir nefes çekti. Dumanı açık pencereye doğru saldı ama rüzgar onu odaya hapsedip gitti. Ali'nin omuzları biraz gevşeyince merak ettim.

Bu sigara denen meret bütün dertlere çare miydi? Yoksa bu kadar insan neden içerdi?

Gözlerimi siluetten çekip saatlerdir oturduğum yerde kıpırdandım. Hala gelinliğin uçlarından tutuyordum düşmesin diye. Sanki elimde kalan tek masumluğu böyle koruyacakmışım gibi...

Sustuğumuz saatlerde o kadar konuşmuş gibi hissettim ki kendimi, kafam davul gibi olmuştu. Ali'nin sessizliği odayı büyük bir çığ gibi doldurmuştu. O, o kadar susmuştu ki benim susacak yerim kalmamıştı. Herkes susuyordu, o zaman neden kafam bu kadar doluydu?

Başımı dizlerime koyup gözlerimi kapattım. Teyzemin çikolatalı sütü burnumda tüttü sanki. Onun yokluğu hemen yanı başımda belirdi. Amcamın sazının tıngırtısı rüzgarın uğultusuna karışmış gibiydi ve özlem, sıcacık yorganım gibi üstüme örtüldü. Hissettiğim hasret yorgunluğumu iki katına çıkardı.

Uyku, iki gecedir yanıma uğramasa da şimdi bütün biriktirdiği ağırlıkla göz kapaklarıma yerleşti. Uyumamak için kafamı kaldırsam da başım bile bana ağır geldi. O yüzden mırıltıyla kafamı tekrar dizlerimin üstüne koydum ve bedenim isyan edercesine kendisini uykunun kollarına teslim etti.

Sabah büyük bir gürültüyle uyandım. Gözlerimi açtığımda odanın kapısı saygısız bir gürültüyle çalınıyordu ve ben uyuyakaldığım yerde değil dün gördüğüm kocaman yatağın içindeydim. Buraya nasıl geldiğim sorusunu gerilere atıp hala çalınan kapıya kaşlarımı çatarak baktım.

Akşamdan kalan duyguların mayhoş ağırlığı vardı üstümde ve başım fena şekilde ağrıyordu. O yüzden çalınan kapı sanki kafamdaydı. Yatakta doğrulup boş odada gözlerimi gezdirdim. Ali dün bıraktığım yerde değildi. Gitmiş olmalıydı. Bunu pek umursamadan sesimin yetiğince kapıya doğru konuştum.

"Evet..."

Kapının çalınması durunca arkasından yabancı bir kadın sesi duyuldu.

"Gelin hanım... Kahvaltı saati." Dedi aksi bir sesle. "Öğlen oldu. Ayağına mı getirelim."

Derin bir nefes alıp verdim. Bu kelimeler beni kırmak içindi belki ama kırılmaktan öte hırslanmıştım. Sesimi sabit tutup cevap verdim.

"Geliyorum..."

"Bir zahmet..." dedi kapının arkasındaki ses.

Kapıya biraz daha bakıp sabırla yumruklarımı sıktım. Bunları umursamayacak kadar duygusuzdum artık. Her türlü acı duyguyu en uç noktalarda yaşamıştım. Yerle bir olmuş biri daha ne kadar kırılabilirdi?

RAPUNZELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin