Dördüncü Bölüm

93 21 3
                                    

İyi okumalar efenim:)

...
Rüzgar.Bir ninni misali esiyor sol yanımdan. Uyku getirten cinsten değilde daha da fazlasını istettiren cinsten. Dinledikçe merakım çoğalıyor biraz daha fazla çalsa ninnisini duysam ve mest olsam.Sonra kollarımı iki yana açıyorum ninni eşliğinde. Tanrının ellerinde ipler, büyük bir ustalıkla sallandırıyor beni.Adımlarım dolanmıyor hiç. Her şey kusursuz. Tek kelimeyle muntazam. İki ileri, bir geri ve yüreğini tutarak etrafında dön.Bir melek üflerken ninnisini kulağıma onun daha kundakta hiçbir şeyden haberi olmayan masum yavrusu gibi bir açlıkla kabarttım kulaklarımı pürüzsüz sesine. Ağaçlar eşlik etti dansıma.Kuşlar orkestra kurdu kendi çapında. Yağmur durmuş ve ben ölmüştüm.
.
.
.
Nefes almalıydım. Sahi nefes nereden alınıyordu.

Omzumdaki eller yerini boşluğa bıraktı lakin bunu hissettmedim. Elim hala göğsünde duruyor ve gözlerimi dahi kırpmadan ona bakıyordum. Bir adım geri çekilmesiyle elim yanımda düştü sanki işlevi kalmamışçasına.

Kafamı yere eğip özür diledim hızlıca. Tam yanından geçip gidecektim ki adımı söyledi ve ben Tanrı her şeyi durdurmuşcasına olduğum yerde çakılı kaldım. Sonra ona döndüm yavaş yavaş.Sorgularcasına dolandı gözlerim gözlerinde. Kaşları hala çatılıydı. Göz kapaklarına kadar düşmüş, kara gözlerini gölgelemişti.

"Saçların yaş almış evine girdiğinde kurulamayı unutma." İşlevini kaybetmiş ve bana acıdan başka bir şey getirmeyen yüreğime sövdü küçük Eftelya. Ağzının bozuluşuna nadiren şahit olmuştum. Sanırım o da sinirlenmişti benim en değersiz organıma.

Kafamı salladım peki dercesine.

"Kuruturum." Dedim kuru bir sesle. Sesim sanki içime kaçmış gibiydi.

"Islanmışsın.Sen de kurut Ömer abi."

Dudağının üzerine düşen bir damla yağmuru kabul etti dudaklarından içeri.

Başıyla geçmem için işaret etti evimi sonra da arkasını dönüp gitmeye başladı. Bu kadardı.

Her zaman olduğu gibi. Nasihatını vermiş. Beni küçük kardeşi gibi kaşlarını çatarak uyarmış sonra da arkasını dönüp gitmişti.
.
.
.
"Al satarım,bal satarım,ustam ölmüş ben satarım. Ustamın kürkü sarıdır satsam onbeş liradır..."

Büyük bir halka ve etrafında dönen iki çocuk. Sonra yakaladı oğlan kızı önlüğünden. Kızdan güçlü bir kahkaha koptu.Yakalanmaktan mutlu olmuşcasına.

Yerine geçip oturacaktı sonra köşede oturmuş onları izleyen beni farketti. Sımsıkı tepeden örülmüş iki tane örgü ve elindeki mendille yanıma büyük bir neşeyle geldi. O an minik yüreğimdeki umudu anlatmaya kelimelerim yetmezdi. Gelecek ve beni onlarla oynamam için davet edecekti.

Önümde durdu ve bana baktı boncuk gibi mavi gözleriyle. En değerli hazine gibiydiler.

"Neden orada duruyorsun Eftelya,sen de bizimle oynasana."

Tam hevesle oynamak için başımı sallayacaktım ki alttan bağlanmışve çokta sıkı olmayan ve yer yer çıkan saçlarımdan bir tutamı parmağına doladı.

"Ama önce bir şartım var Eftelyacım." Elinde ki mendili avcunda top gibi yaptı ve atabileceği kadar uzağa attı ve bana alayla baktı.

"O mendili bana tek ayak üzerinde zıplayarak getirsen bizimle oynayabilirsin." Tereddütle baktım ama oynamayı o kadar çok istiyordum ki o an ki tereddütü yok sayıp yırtık ayakkabısı olan ayağımı kaldırdım ve düşmeden sekmeye başladım. Biradım. Bir adım daha. Yaklaşmıştım mendili almaya. Tam eğilip alacaktım ki elimin üzerine bir ayak basıldı. Acıyla kasıldı yüzüm. Kahkaha atıp omuzlarımdan itti ve yere düşmeme neden oldu.

PERİNÇEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin