Koştukça aklıma o günler geliyor,o acı günler... Kimsesiz günler.
Hani herkes der ya"erkek adam ağlamaz", diye işte ben o işe katılmıyorum ve şu anda hıçkıra hıçkıra, ağlaya ağlaya koşuyorum bu güzel, kalabalık Paris sokaklarında. İnsanlar bana bakıyor ve şöyle diyor;
" Hey, şuna bakın! Neden ağlıyor ki? Acaba sevgilisinden mi ayrılmış? O elindeki de ne? Ne kadar tatlı, ne kadar acıklı", diye gidiyor.
Şu "acaba sevgilisinden mi ayrılmış", diyen teyzeye gidip " hayır ben sevgilimden ayrılmadı, onu bu dünyadan ayırdım. Kendimden ayırdım", diyesim geliyor. Çünkü ben onu bu dünyadan, olması gereken yerden ayırdım. Onu kendimden, ailesinden, arkadaşlarından, okulundan ayırdım... Sonsuza kadar.
"Belkide kendimi cidden öldürmeliyim" diye düşünürken en fazla Fransisco Lachovshki kadar yakışıklı olan ve çok büyük ihtimalle benim yaşlarımda olan genç bağırarak bana seslendi;
" George, tu n'aurais pas dü te trancher la gorge, manis ça me rappelle quelque lunose. La Fin d'un nomme solitaire, harceleur, sans ame..." (Hey George, boğazını kesmemeliydin ama bu bir anda bana bir şeyi hatırlattı. Kimsesiz, sap, ruhsuz bir insanın sonu...)
Aynı benim gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonbahar
AcakAteş, sokaklarda yatan, ekmek parasını insanların ayakkabılarını temizleyerek kazanan, daha 16 yaşında olan bir genç ama Ateş' in çok büyük bir sırrı vardır ve bir süre sonra bu sır açığa çıkar. Tabiiki de Ateş bu macerada yanlız değil ; sevgilisi...