ihanet

1.5K 203 210
                                    

Donghyuck konuşmasını bitirdikten sonra Ten soluğu direkt John'ın yanında almıştı. Videoyu ona izletmişti. John videoyu izlerken de, izledikten sonra da Ten ona hiçbir şey sormamış ya da söylememişti, sadece sessizce yanında oturmuştu.

John birlikte oturdukları boş merdivenlerde kollarını dizlerine yaslamış, yüzünü ellerine gizlemişti. Bunun bir gün başına geleceğini biliyordu, ama bu şekilde değil.

Bu sırrı bilen tek kişi Jaehyun'du, tıpkı Jaehyun'un sırrını bilen tek kişinin John olduğu gibi; en azından o öyle sanıyordu. Bunu Donghyuck'a söyleyenin Jaehyun olduğunu hiç zannetmiyordu, çok büyük sözler vermişlerdi bu sırları canları pahasına koruyacaklarına çünkü. Kendi Jaehyun'un sırrını kasten birine söylemeyeceği gibi Jaehyun da söylemezdi. Fakat nasıl olduysa, iki sır da biliniyordu artık tüm okul tarafından.

İlkini yapan Simon'dı, peki bu kimdi? Bir an bunun da Mark olduğunu düşündü, ama o nereden öğrenmişti? Emin olduğu tek şey etrafında birden fazla hain olduğuydu. Hiçbir sorusuna cevap veremezken kolunda sıcak bir el hissetti.

Ten'in orada olduğunu bile unutmuştu, güven verici gözleriyle ona bakıp "Buradan gidelim mi?" diye sorana kadar.

Onu başıyla onaylayıp oturduğu yerden kalktı. Kısa çocuk onu sessiz adımlarla takip ederken John önde ilerleyip kendi adımlarını seyrediyordu. Başını eğmeyi hiç sevmezdi aslında, ama şu an dik durmak istemiyordu.

Koridoru döndüğünde Yuta'yla karşılaştı. Sarı saçlı oğlan belli ki onu arıyordu. Yuta'nın elleri onlar karşılaşır karşılaşmaz John'ın omzunu buldu.

"İyi misin?" diye sordu telaşla. O da öğrenmişti demek. John sorusunu basit bir onayla kestirip attı. Samimi davranmak istemiyordu. Çünkü artık biliyordu ki Simon haklıydı, onun sözünü en başından dinlemeliydi. Simon'ın dediği şeyi hatırladı: Yuta'yı hiç tanıyamamışsın, o şu anda bilmesi gerekenden çok şey biliyor ve bu sana zarar verebilir. Bu sırrı Donghyuck'a anlatan o bile olabilirdi, nereden öğrendiği mechuldü tabii.

"Çantalarımızı getirir misin?" diye sordu Yuta'ya. Bir de sınıfa girip insanların yüzüne bakmak, onların bakışları altında ayıplanmak istemiyordu, sanki babasının yaptığı şey kendi suçuymuş, o da bunu istiyormuş gibi.

John'ın çoğul konuştuğunu fark eden Yuta, arkada duran Ten'i ancak o zaman gördü. Kısa olanı gözlerini kısarak süzdü. Yuta, şu koca okulda Ten'in güzelliğinden etkilenmeyen nadir kişilerdendi. Sebebi bilinmez fakat ondan oldum olası hoşlanmıyordu. Belki de arkadaşını çalmaya çalıştığını düşünüyordu.

Yine de sadece bunu isteyen John olduğu için kabul etti. İki dakika sonra kolunda onların çantalarıyla gelirken ikisinin birlikte nereye gideceğini merak etmiyor değildi. Ediyordu fakat bunun hakkında bir şey sormadı.

İkili, herkes son derse girerken çıktı okuldan. Sokaklarda sessizce yan yana yürürken nereye gidip ne yapsalar bilmiyorlardı. John sadece kafa dinlemek istiyordu, Ten de ona eşlik etmek.

John'ın adımları onu istemsizce kendi evine getirirken neden burada olduğunu sorguluyordu. Evini dışarıdan seyretti bir süre. Babası şu an içerideydi fakat onun yüzünü görmek istemiyordu. Herkesin bunu öğrenerek başkan olma ihtimalinin azalmış olması bir yana, Hyunbae için pişmanlık duyması gereken babasıyken bu babasının hiçbir zaman umrunda olmamıştı. Adam her gece yatağında rahat bir şekilde uyuyabiliyorken kimi geceler bu konu yüzünden uyuyamayan, içinde her zaman bir pişmanlık bulunduran kişi John'dı. Keşke kendi ailesini kendi seçebiliyor olsaydı.

simon says ㅅ johntenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin