⚘yedi

6.7K 477 87
                                    

Bir haftam yalnız geçti. Theodore yüzüme bakmıyordu, Brant de ondan istediğimi yapıyor ve benimle konuşmuyordu. Benimle konuşan bir tek Bellanita vardı. Benim tam tersimdi. Başta ona sadece çıkar amaçlı yaklaşsam da şimdi hoşuma gitmişti. Brant hakkında tek soru bile sormamıştım ama yine de onunla takılıyordum. Saflığı eğlenceliydi, çekingenliği ise giydiği cesur kıyafetlere karşı şaşırtıcıydı.

İkinci yalnız haftamın ortasında Thomas Boyle beni aradı. Bir süre ekrana kaşlarımı kaldırarak baktıktan sonra açtım. "Rose?"

"Evet?"

"Hım, şey... Birkaç günlüğüne bizim grupla dağ evine gideceğiz. Bir tek Zach yok." İkimiz de sustuk, ardından o ofladı. "Bellanita biraz çekiniyor, senin orada olman onu mutlu eder diye düşündüm."

Thomas Boyle, düşünceli mi davranıyordu? Hadi oradan.

"Sen mi düşündün? Dennis mi?"

"Tamamen ben."

"Pekala."

"Harika." Gerçekten de rahatlamıştı. "Seni biz alırız."

Sanırım Chalsea haklıydı. Thomas Boyle, Bellanita Hill'e ilgi duyuyordu. Ama nasıl? Tamam, seksiydi ve tatlıydı ama Thomas'a göre hem küçücüktü hem de saftı. Acaba Bellanita da ona ilgi gösteriyor muydu?

Tanrım, ilk defa Brant dışındaki biri hakkında bir şey merak etmiştim. Dünyanın sonu mu geliyordu yoksa benim sonum mu yakındı?

Tatil yapmanın zamanı gelmeden önce Theodore ile konuşmaya çalıştım, yani en azından karşısına çıkmaya çalışarak beni affetmesini istiyordum. Nedense içimde ona karşı bir ağırlık oluşmuştu. Onu -sanırım- özlemiyordum, sadece ayrılış şeklimiz çok berbattı. Ama beni hep görmezden geldi. Mutsuzdu. Elimden bir şey gelmiyordu çünkü ben ona mutlu olmayı öğretemezdim, bu kadar dipteyken.

Dağ evine ulaştığımızda, araba boyunca Thomas ile Bellanita'nın arasında hissettiğim çekimden kurtulurcasına silkelendim. Dennis bunu anlamamış mıydı gerçekten? Resmen tenleri buhar çıkartıp birbirleriyle falan sevişiyordu.

Onları gözlerim kısık bir şekilde izledim. Birbirlerine hiç bakmıyorlardı ama Thomas'ın vücudu hep Bellanita'ya doğru dönüktü. Onunla fazlasıyla ilgileniyordu. Derin bir nefes alarak onlara bakmayı kestim. İçeri geçtim, Veronica'yla kısaca selamlaştım. Herkes yerleştiğinde Gavin'in söylenmelerini ve Thomas'ın ona sataşmasını dinledim.

En sonunda Dennis bir oyun önerdi. Kitapla oynanan doğruluk mu cesaret mi gibiydi ama ilgimi kaybettim. Arada sırada onlara bakarak ilgileniyormuş gibi yaptım ama tek düşündüğüm Brant'ti. Öpücüğü, sözleri... Nereden tutsam elimde parçalanıyordu ve aklımı yitirmeden durabildiğime şaşırıyordum.

Adım geçtiğinde başımı kaldırdım.

Herkes bana bakıyordu, Veronica elime kitabı verdiğinde Matthew "Hadi biraz eğlenelim. Acaba Rose ile Brant, mont dolabının içinde iki dakika kalsa mı?" dedi, oyunu tam bilmediğim için bir süre bakındım. Matthew ne diyordu böyle?

Bakışlar elime indiğinde kitaptan bir sayfa açtım. Ben okuyacak dengeyi sağlayana kadar Veronica araya girdi ve yazanı söyledi: "Kesinlikle."

Brant söylenerek ayağa kalktığında ben hala oturuyordum. Veronica beni dürttü, belki de şoktan sıyrılıp beni kaldıran buydu. Brant'in arkasından gittim. Koridoru arşınladığımızda Brant dolabı açtı.

İçeri kolunu uzattığında aynı anda "Oraya hayatta girmem." dedik. Montunu çıkardığında bana kısa bir bakış attı. "Güzel. Odun getirmeye gideceğim, burada durursun ya da bana katılırsın. Sana kalmış."

Pekala, son günlerde Brant'in benimle konuşma kotası çok üst seviyelere taşınmıştı ve bu beni şoke ediyordu. Fırsatı asla kaçırmayan ben de zaten darbe almaya alışmış kalbimle birlikte giyinerek Brant'in arkasından gittik.

Yüzüme minik taneler halinde çarpan kara karşılık gülümsedim ve ciğerlerime, kolay kolay hastalanmadığıma güvenerek, derin bir nefes çektim. Kesinlikle bir kış insanıydım.

"Daha yavaş yürü istersen."

Kısa bir anlığına gözlerimi kapatarak besbelli beni sinir etmek için söylediği cümleyi sindirdim ve karşılık verdim: "İstediğim gibi yürürüm."

Doğrusu, istediğin gibi yürürüm olacaktı aslında. Konu o olunca o kadar salak olabiliyordum ki çırılçıplak kara uzan dese ikiletmeden yapabilecek potansiyele sahiptim. Bazen bunun çok garip olduğunu düşünüyordum çünkü aşk bu olmamalıydı. Korkunçtu. Hep diken üstündeydim, içimden gelen şeyi yapmadan önce acaba Brant buna ne der diye düşünüyordum. Aslında ne yaparsam yapayım kendimi beğendiremiyordum, orası ayrı. Gerçekten bana karşı çelik yelek giymişti ve onu aşamıyordum. Neden?

"Evet, yürürsün." dediğinde durdum.

"Ne?"

Dalga geçmemişti, sinirle söylememişti. Sadece bıkkındı.

"Kendi isteklerin de olduğunu hatırlaman güzel." Durduğumu anladığında o da yavaşladı, ardından topladığı tüm nefesi seslice vererek bana döndü. "İsteklerimi yerine getirmenden bıktım."

Temkinli bir şekilde "Neyden bahsediyorsun?" diye sordum. Yüreğim ağzımdaydı resmen.

"Bir gün birine diyorum ki sarı saç kızlara çok yakışıyor, ertesi gün sen saçının bir kısmını sarıya boyatıyorsun. Ya da bir kızdaki eteği beğendiğimi söylüyorum, hemen sonra bir başka rengini sende görüyorum." Ellerini iki yana açarak içindeki tüm siniri atmak ister gibi bana baktı. "Ne beğenirsem sende görüyorum, ne istersem onu yanı başımda buluyorum. Sen... Takıntılı biriymiş gibi beni izliyorsun. Bu saçma şeylerin hepsini yapmıyor olsaydın... Neyse..."

Zihnimde şimşek gümbürdedi. Yaydığı ışık o zamana kadar yaptığım her şeyi aydınlattı ve birden, onları çarpıp küle çevirmesini istedim.

Hangi ara bu kadar kör olmuştum ben?

Korkutucuydum. Onu izliyor, dinliyor, hatta eşyalarını bile çalıyordum. Resmen onu... Taciz ediyordum.

Ağlamak istedim, bu rezaletti. Ben değildim. Yaptığım hiçbir şey gerçek beni yansıtmıyordu. Çünkü şu ana kadar hoşuma giden çocuklarla çıkmam, sadece konuşmam sayesinde gerçekleşmişti. Ama Brant beni reddetmişti. İlk defa onaylanmamıştım.

"Özür dilerim." dedim sadece, şaşkınlığım sesime fazlasıyla yansımıştı. "Ben... Farkında değilim."

"Artık duracak mısın?"

Bilmiyordum. En kötüsü, sanmıyordum.

"Neden daha önce söylemedin?"

Cevaplamadı. Yürümeye devam etti. Ben de aramıza oldukça fazla bir mesafe koyarak onu takip ettim. Odunları kollarımızın arasına yerleştirirken ikimizden de ses çıkmadı.

Brant, geri dönüş yolunda bana baktı, biraz daha geriden yürümem gerektiğini düşünerek birkaç adım yavaşladım ama o hiç aklıma gelmeyecek bir şey söyledi. Sesi, en az hava kadar soğuktu.

"Yeşil tişörtüm en sevdiğimdi."

Yutkundum.

"Geri getirirsen sevinirim."

Ben cevap veremeden ya da rezilliğimi sindirmek için birkaç nefes alamadan Bellanita ile Thomas'ı gördük. Thomas, Bellanita'nın başını göğsüne yaslamıştı. Görüntü karşısında Brant, şaşkınlık dolu bir nida çıkardı; ben ise daha önceden az çok fark ettiğim şaşırmadan sadece kahkahamı yutmaya çalıştım.

Demek bu gerçekten oluyordu. Thomas ile Bellanita arasında bir şey vardı.

Onu, eskiden Veronica'yı kıskandığım gibi kıskanmadım. Garip bir şekilde, kendim dışında başka biri adına heyecanlandım. Eh tabii, konu Thomas olunca biraz da endişelendim.

Ve... Kendi durumuma dönersek; o tişörtü geri vermek istemiyordum.

tenimin altındasınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin