🎞lomepal*trop beau
Son bir hafta boyunca okula gitmedim çünkü kaydımı aldırdım. Bu süreçte bir tek Brant ve Bellanita'yla konuştum. Nita'nın kimseyle paylaşmak istemediği bir sıkıntısı vardı. Normalde sakin duran kız şimdi üzgün görünüyordu. Zaten konuşmuyorken iyice içine kapanmıştı. Kendime yabancı gelen bir hamle yaparak istediği zaman bana anlatabileceğini söylediğimde bana Manchester'a neden gitmek istediğimi sordu. Ona her şeyi anlatmam saatler sürdü, hissettiğim kadar sıkıntılı değil de eğlenceliydi. İlk defa gerçek bir arkadaş edinmiş gibi mutlu oldum.
Brant'in ise kararıma karşılık dili tutulmuştu. Benden, her hafta en az iki kere ona mesaj atmamı ve durumumu söylememi istemişti. Ben de çok istiyorsa kendisinin yazabileceğini, o zaman öğrenebileceğini belirtmiştim. Bu onu eğlendirdi, kabul etti. Değişik bir andı, onda bıraktığım her şeyle.
Theodore hiçbir şey söylemedi. Açmadı aradığımda. Beni beklediği o geceden sonra, camda ona görünmemle gitmişti. Bu beni üzüyordu. Brant'i hala tam anlamıyla atlatamamış olmakla beraber Theodore'un yokluğunu hiç bu kadar dipten hissetmemiştim. Brant ip uzatmıştı ama ben kuyunun zemininde çırpınırken yanıma atlayan kişi Theodore'du.
Pasaportumu ve biletimi elimde çevirdim. Uçağın kapılarının açılmasını bekliyordum annemle birlikte, o ise şimdilik atıştıracak bir şeyler almaya gitmişti. Gittiği yere bakınıyorken telefonum çaldı, arayan Brant'ti.
"Kalktı mı uçak?"
"Aynen." diye homurdandım. "Yeni teknoloji bu, ilk biz deniyoruz. Uçakta telefonla konuşabiliyorum."
"Pardon." Stresli bir nefes verdi. "Gerildim de biraz."
Sağ kaşımı kaldırdım. "Niyeymiş o?"
"Hiç." Biraz kendi kendine oyalandıktan sonra sordu: "Annenlesin, değil mi?"
"Evet." dedim, uzata uzata.
"Harika. Bana haber verirsin."
"Neyi haber vereceğim? Garip davranıyorsun."
"Biliyorum." Ofladı. İkimiz de hafif bir cızırtı eşliğinde bekledik. Brant ile aramızda geçen her şeye karşın, ona sinirli değildim. O da benden korkmuyordu. Sanırım. Bazen garip anlar yaşıyorduk, sessiz kalıyorduk ama sonunda iç çekip gülebiliyorduk. Bana sorsanız asıl delilik buydu. "Kendine iyi bak, Rosalinda."
"Bakarım." dedim, kapatmadan hemen önce. "Sen de dene."
Arkama yaslanarak kollarımı göğsümde birleştirdim ve ayaklarımı biraz uzattım. Tekrar anneme çevirdim bakışlarımı, arkası bana dönüktü ve aynı onun gibi duran bir kadınla konuşuyordu. Annem şaşkın ve sevinçliydi ama garip olan bu değil, kadının tanıdık olmasıydı.
"Rötar yapmış olmalı." Kulağımın yakınından gelen ses saçlarıma vurdu ve birkaç teli boynuma savurdu. Gözlerimi ardına kadar açarak soluğumu tuttum. "Geç kalacağımızı düşünmüştük."
Bayan Anderson, annemin yanında duruyordu. Beni kaskatı kestiren de Theodore'du. "Burada ne yapıyorsunuz?" dedim, fısıltı halinde, zar zor çıkan sesimle. Göğsüm, içindekileri serbest bırakacakmış gibi kalkıp iniyordu.
Kollarını yanımdaki koltuğun sırtına yasladı, çenesini sağ kolunun üstüne koydu. Etrafta koşturan insanlara bakarken onu izledim. "Oldukça hoş bir kızın tavsiyesini dinledim ve Manchester'a bir şans verdim. Annem de güzelce yerleşeceğimden emin olmak için kısa bir süreliğine benimle geliyor."
"Madem durum bu, bir hafta boyunca benimle niye konuşmadın?"
Kaşlarını çattı, beni görebilmek için başının sol kısmını koluna yasladı. "İlk defa beni sorguladığını ve bunu yaparken küsecekmiş gibi dudak büktüğünü görüyorum."
Gözlerimi yuvarlayarak kollarımı daha sıkı sardım vücuduma. "Hakkım, çünkü telefonumu cevaplamaya tenezzül etmedin. Aklından neler geçti, Theodore?"
"Birkaç hayal." Israrla bana bakıyordu, en sonunda dayanamayarak karşılık verdim. Ancak ona döndüğümde devam etti: "Düşünsene, tüm kötülükler önümüzde ve biz yan yana izliyoruz. Gülüyoruz." Güneş, bir hayli güzel tebessümüne karşılık ona değdi. Güneşin kendine benzeyenlere parıltılar hediye ettiğini görmüştüm ama bir yabancıyı övdüğüne hiç rastlamamıştım. "Buna izin verir misin?"
Soğuk tavrımdan feragat ederek sol yanıma yüklendim, o tarafa döndüm ve bir kolumu az önce sırtımı dayadığım yere koyarak başımı yasladım. Tek ayağımı altıma aldım ve ben de Theodore'a bakmaya başladım. "Seni aradığımda açsaydın benimle gelmeni teklif edecektim."
Theodore'un gözlerinde ipek yumuşaklığında bir ifade belirdi; bakışı beni kollarına aldı ve dünyanın bizim için durmasını, inmemize izin vermesini sağladı. "Bazen sadece hissedersin, Rosalinda."
Ses tonu bana ilk gün nasıl merhametliyse hala öyleydi. Bununla savaşamazdım, bunun için savaşırdım. "Sende sonsuz bir sabır var, Theodore."
"Sadece senin için."
İnsanlar ayaklandığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Kalbim hızlanmıştı. Gerçekten bunu yapacak olmamız garipti. Hem bu şansa tekrar tekrar sahip olmam, hem de yanımda Theodore'un olması paha biçilemezdi. Her şeyden öte, gülümsüyordum. Biraz yaralı, biraz da yarasını kaşımaya yeltenen biri olup çıkmıştım ama yeni izler artık açılmıyordu. Olanlarla yaşamayı öğrenmek ise insanların lanetiydi.
Birden Brant'in ona haber vermemi istediğini hatırladım. O anki sesi zihnimde dolaşıp durdu, bana bir şey anlatmak istermiş gibi. Yaklaşık üç saniye sonra anlamış olmanın verdiği heyecanla bir anlığına kalbim duruyordu. Ayağa kalkmadan önce ona mesaj attım: Geldi.
Başımı telefondan kaldırdığımda annem ve Bayan Anderson önden konuşa konuşa yürüyordu. Bayan Anderson öncesinde bana sarılmıştı, ikimiz adına da çok mutlu olduğunu söylemişti. Manchester'ın mükemmel olacağını gözlerindeki umutla dilemişti.
Çantamı sıkı sıkıya kavrayıp Theodore'a baktım, ardından da camların gösterdiği en uzak yere. Burası ilginç bir yerdi; tek insanın yönetebilmesi için büyük ama terk edebilmesi için küçüktü. Ne şehir ama... Öyle ki, şehrin benim olduğunu savunarak kovmaya çalıştığım çok kişi oldu ama en sonunda giden ben oldum.
Giderken de hayatımda hiç olmadığım kadar iyiydim.
evet, sona geldiğimize göre rahatça konuşabilirim^
karakterlerimi birilerine sevdirmek için yazmam; kişilikleri de genelde düzgün olmaz. hepsi kendini arayan, bir türlü bulamayan gençlerden oluşur. bu tür kişiler ister gerçek insan olsun ister kurgu karakteri, her zaman yargılanırlar ya zaten. rosalinda hiçbir zaman brant'i sevmedi. brant'i bir av olarak gördü ve elde etmek için kendince çok çabaladı. oysaki bazen biriyle sevgili olarak uyumlu değilsinizdir, bu kadar. fazlası yok. üstelik bunu can-ı gönülden söylüyorum ki birine iyi gelmeyi değil, size iyi geleni seçiniz. bazılarımız hayatımızı başkalarını düşünerek ya da başkalarının hakkımızda düşündüklerine takılarak geçiriyoruz. en büyük hatamız bu belki de. brant olanları çözmüş, kendini kaptırmayacak kadar akıllıca yaklaşmıştı rosalinda'ya ama o da ne yapacağını bilemiyordu; sadece kendi farkındalığını rosalinda'nın da yaşaması için çabaladı. acemiceydi ama yardım etmek istedi. theodore, hep rosalinda'nın yanında olsa da takıntı mevsuzunu brant ile rosalinda çözmeliydi. şunu da belirtmek isterim ki hikayenin gidişatı ve sonu başından belliydi. ne farklı olsun diye, ne de istekler doğrultusunda değişti. karakterlerimi tanıdığımı düşünüyorum ve onlar için en uygun bulduğum son böyleydi.
okuduğunuz için teşekkür ederim. çok çook öptüm❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tenimin altındasın
Teen Fiction(3) Rosalinda Cruz, Brant Wood için elinden gelen her şeyi yaptı ama hiçbiri ona iyi gelmedi.