|Linkin Park-Faint|
Tel örgüleri sarsarken çığlıkları arasından tezahürat tutan kalabalık adeta kudurmuştu. Viski ve bonzai kokan nefesler kimi zaman küfür kimi zaman tehdit savuruyordu ortalığa.
Ortada akan bir kan vardı. Bu da onlara zevk aşılıyordu. Hain kahkahalar ya kırılmış kemiklerin ya da buz tutmuş cesetlerin bayramını yapıyordu.
Vicdandan yoksun , merhametten uzak bu rezil kişilikler sadece bahis ve zevk uğruna burda değildi elbette. Paranın kulu kölesi olmuş bu çamur bedenler , mafya babalarını , vatan hainlerini, yabancı firmaları kucaklıyordu aynı zamanda. Kaçak malların cirit attığı bu fare yuvası, kuytu bir mekana pozisyon almış ve sadece gece olan hareketlilikle kamufle olmuştu.
Soğuk duvarlarla çevrili , arasıra temassızlık yapan loş ışıklı bir lambayla aydınlanan tel kafeste iki kişi görünüyordu.
Birincisi; kel kafası , iri yapılı bedeni , çarpık ve çürük dişleri , boynundaki zinciri ile dikkat çekerken ikincisi; kana bulanmış atleti , patlak gözü ve yaralardan ötürü seçilemeyen siması olan bir adamdı.
Kel kafalı , rakibini iyice sersemletmişti ama yumruklamaktan vazgeçmiyor , ezik ve yaralardan çukura dönmüş adamı adeta öldürmeye çalışıyordu.
O yumrukladıkça izleyen keşler, zibidiler, sarhoşlar ve sokak takımı coşuyordu.
En son adam , depreme teslim olmuş bina gibi yıkılıp kaldı. Adam yere yığılınca izleyenler kel kafalı adamın hareketleriyle tezahürat ve çığlıklarla tutuştu.
Bu sırada kafese giren birkaç takım elbiseli yerdeki adamı sürükleyerek kafesten çıkardı. Onlar çıkarken deri ceketli, göbekli , saçlarının ortası dökülmüş ,sansar tipli bir adam , kel olanın yanına geldi ve sol kolunu kapıp havaya kaldırdı.
- Galip Kafes kaplanı : Tolga!
Bağırarak kalabalığı daha bir kudurtuyordu.
- Evet gençler, bu kaplanla 200.000 € için kapışmak isteyen kim ?
Birden kalabalık sessizliğe gömüldü. Evet, birilerinin canı yanınca zevkli bir görsel ziyafet çekiliyordu. Ama iş başa düşünce yani o kırılan kemiklerin sahibi olmak...
Elbette korkaklıklarını konuşturacak ve susacaklardı.
- Evet beyler! Kim geliyor ?
Kalabalıktan soluk sesi dahi yükselmiyordu.
Tolga'nın ise suratı sırıtmaktan iyice gerilmişti. Evet ,işte buydu. Bacaklar, onun karşısında titremeliydi. Ona boyun eğmeliydiler. Öyle de oluyordu. Kimse ortaya çıkıp Tolga'nın egosunu söndürmeye yeltenmiyordu. Ama bu durum böyle devam etmemeliydi. En azından göbekli adamın işine gelmezdi. Mekanın işlemesi için birilerinin yumruklanması, birilerinin acı çekmesi , birilerinin soğuk kafes içinden cesedinin çıkması gerekiyordu.
Bu sırada kafese yaklaşık yirmi üç adım uzaklıktaki bir mesafede, yerden iki metre kadar yükseklikte bulunan siyah, camekân bir bölüm vardı.
İçeride beyaz , kısa saçlarıyla donuk suratlı bir adam bacak bacak üstüne atıp oturmuş , Tolga'yı seyrediyordu. Daha doğrusu birbirini öldüresiye döven , onun deyimiyle ' kuklaları'.
Yanında üç adam vardı. Biraz sonra olanları sezmişti. Ve keyfi kaçmıştı. Ama beklemeyi tercih etti.
Mimikleri vıcık vıcık amerika kokan ve klasik tarzıyla dikkat çeken bu adam , bu mekanın daimi seyirci ve müşterilerindendi.