Haklıydı... Kelimelerim boğazıma takılırken kekeleyerek bile olsa konuşmaya başladım.
"Bunun sorumlusu ben değilim ama özür dilerim." Acizmişim gibi gözlerime bakan Çağrı koluma çarparak yanımdan geçti ve gitti. Ardından Emre ve daha sonra Feda.
Üzerime geldiğini düşündüğüm dört duvarın arasında yalnız başımaydım. Geride bırakılmanın verdiği acı kalbime yayılmaya devam ederken kararmaya başlayan hava tüm kasvetini yurdun içine dolduruyordu.
Ayaklarımı sürüyerek kalacağımız odaya doğru ilerledim. Kapıdan içeri girecektim ki kulaklarıma dolan zil sesi elimi kapı kulpundan geri çekmeme sebep oldu. Birkaç kapı haricinde tüm kapılar açıldı ve öğrenciler aceleyle aşağı iniyorlardı. "Hadi yemeğe!" diyen cırtlak bir ses ile açılmayan diğer kapılarda açıldı ve yukarı katta benden başka kimse kalmamıştı.
Kısa bir süre hiçbir şekilde hareket etmeden duvarı izledim. Dolan gözlerimi kapatarak damlaların düşmesine izin vermedim. Kısa bir süre sonra merdivenler yüzünden nefes nefese kalmış Feda geldi yanıma.
"İlk günün olacak alışamamış olman normal ama yemeğe gelmemek ne demek be oğlum." sesim titreyerek "Çok aç değilim ya." dedim ve sıkıntılı bir nefes verdim. "Aç değilsen bile yemekhaneye gelmen gerekiyor. Hem kaynaşmış oluruz fena mı olur?" dediğinde zorla da olsa "Hadi gidelim mi o zaman?" diyerek ayağa kalktım.
"Tabii gel hadi." kolumdan tutup çekiştirirken en sevdiği yemekleri anlatıyordu. Yemek yemeyi sevdiği her halinden anlaşılıyor olsa da bunu istemsizce dışarı vurması çok komikti.
Büyük beyaz bir kapının önüne geldiğimizde derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım. Feda kapıyı açtığında tüm bakışlar üzerimize yoğunlaştı. Yavaş adımlarla Fedanın arkasından ilerlerken çocuklar kendi aralarında bir şeyler fısıldıyordu.
Bu fısıldaşmaların benim hakkımda olduğu aşikardı... Her ne kadar rahatsız hissettirse de konuşmamıştım.
Yavaşça sandalyeyi geriye çekip oturdum. Çağrı boş boş gözlerime bakarken konuşmaya başladı. "Yemeğini kendin alıyorsun?"
Yönelttiği soru karşısında kaşlarımı çattım. "Yemek yiyeceğimi kim söyledi?" cümlemi bitirdikten sonra bakışlarımı kaçırdım ve parmaklarımı saçlarıma geçirerek arkaya doğru taradım.
Çağrının yüzündeki umursamazlık silinmiş. Yerini nefrete bırakmıştı. Kaşlarını çatmış bir şekilde gözlerime bakıyordu. Bir müddet sonra herhangi bir tepki alamayacağını anladı ve kaşığını sertçe masaya bırakarak ayağa kalktı.
"İstediğin zaman yemek yiyemezsin. Yemediğin takdirde bir diğer öğüne kadar gözlerinin önü kararacak. Bayılacaksın belki de. Daha sonra beslenmediğin için hastalanacaksın. Ancak unutma artık hastalanma gibi bir lükse sahipte değilsin. Çünkü burada yalnızsın, yalnızız ve bizi iyi edebilecek birisi yok. Kendinde değilsin. O bilmem kaç katlı villanda hiç değilsin. Artık buradasın, artık sende bu savaştasın. Kalk yemeğini al. Ve bir daha saçma salak tavırlar sergilemeden önce iki kez düşün." dedikleri boğazımda yumrular oluştururken dolan gözlerini saklamaya çalışarak büyük bir hızla kapıdan çıktı ve gitti.
Yalnızlık önceden bu kadar acıtmıyordu... Zamanla ruhumuza yamalıyor kendini. Belki kalıcı, belki de birisinin gelip sökebileceği bir yama. Şuan ilk ilmeği atmıştı. Yalnız olduğumu gerçekten hissettirmişti.
Gerçeklerin bu kadar acı olduğunu birileri yüzümüze vurmadan anlamıyorduk, ya da anlamamazlıktan geliyorduk.
Lâkin hayat acımasız bir öğretmendi. Ve yalnızlık duygusu bu acımasız öğretmenin en samimi dostuydu...
Düşünmeyi bırakıp kapı girişinin yanında bulunan tezgahtan birkaç çeşit yemeği tepsiye koyarak masaya oturdum. Azda olsa bir şeyler yedikten sonra tepsileri biriktirdikleri masaya tepsimi koyup yemekhaneden dışarıya çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Babamın Gölgesi ¦Düzenleniyor.¦
Teen FictionBir diktatör... Kalbinde ne bir acıma, ne de bir merhamet duygusu. İstediklerini elde edene kadar durmuyor. Küçük, büyük fark etmeksizin katlediyor. Ancak atladığı bir şey var. Oğlu... Bedeli ne olursa olsun bu düzeni değiştirecek. Zamanla nefreti...