14 yıllık hayatım boyunca, karşılaştığım hemen hemen herkes, ne kadar şanslı olduğumu söylemişti.
Melezdim, doğuştan 2 dil biliyordum, daha uçağa bile binmemiş insanlar varken ben her yaz başka bir ülkeye gidiyordum.
Annem oyuncu, babam hem yazar hem veteriner hem de bocek koleksiyonu yapan değişik bir adamdı. Yani, ünlü olan 2 kişinin çocuğuydum.
Annemden gitar çalmayı öğreniyor, babam okul hayatı boyunca mükemmel notlara sahip birisi olduğu için ondan bana her dersi özel olarak anlatmasını isteyebiliyordum. Diğerlerinin tabiri ile bedava özel dersti.
Okulun en popüler, en güzel, en sevilen kızının da ikiziydim. Söylediklerine göre fazlasıyla yakışıklıymışım da.
Mükemmel görünüyor, değil mi? Hiç de değil.
Aksine, berbat bir hayat yaşadığımı düşünüyordum.
"Bir çoğunuzun okulda yeni olduğunu görebiliyorum. Öncelikle, hepinize hoşgeldiniz demek istiyorum. Umarım okulu sever, bu son senemizi de güzel bir şekilde bitiririz."
Kaede-sensei, önceden dersine girdiğim bir öğretmen değildi ancak, dersi mükemmel anlattığına, öğrenciler ile içli dışlı olan, her şeyini anlatabileceğin bir öğretmen olduğuna emin olmuştum.
"Hem benim, hem de sınıf arkadaşlarınızın sizin hakkında fikir sahibi olabilmesi için, ders işlemek yerine sırayla, kendinizden bahsetmenizi, daha doğrusu kim olduğunuzu, sizin hakkında ne düşünmemiz gerektiğini, hakkınızda ne bilmemizi istediğinizi anlatmanızı istiyorum"
Öğretmenimiz Kaede-sensei, sırayla dediği için, öncelik duvar kenarında oturanlara verilmişti. Eh, bu da benim icin söyleyeceklerime karar vermek, prova edebilmek adına zamanım var demekti.
En önde oturan ve ilk konuşan çocuğun adı, Park Dong Suk idi.
Açık kahve, sıradan ve pek çok korelinin kullandığı bir saç kesimine, ela gözlere sahipti. Hoş, çocuğun kendisi de koreliydi.
Buğday tenli, orta boylu, fazlasıyla zayıftı. Parmaklarında siyah renkte garip sembolleri olan 2 siyah yüzük, elinde melek kanatları olan küçük bir dövme, kaşında ve burnunun sağ tarafında pirceing vardı.
İnek diye adlandırdığımız, -fazlasıyla kaba bir tabirdi biliyorum- öğrencilerin kullandığı siyah, yuvarlak sayılabilecek, kalın çerçeveli gözlükleri vardı fakat inek öğrenciye benzer bir yanı yoktu.
Koreliye benzeyen tek yanı giyinişi ve saçlarıydı. Nasıl koreliydi lan bu?!
Üstelik, bir korelinin bu okulda ne işi var diye düşünmeden de edememiştim.
O açıklayınca öğrendim, değişim programı ile gelmiş bu okula.
Değişim programının ne olduğunu bildiğinizi umuyorum. Bilmeyenler için, kısaca açıklayacağım.
Değişim programı, adı üzerinde değişim. Öğrenciler, eğer dil sınavlarından geçer not alabilirlerse, istedikleri ülkeye gidip orada ortaokul ya da lisenin son sınıfını okullar aracılığı ile yeniden okuyabiliyorlar.
Başka bir ailenin yanında kalıyor ve bir nevi onların çocuğu oluyorlar.
İsteğe bağlı olarak, o ülkede kalıp liseyi veya üniversiteyi orada bitirmek, kendi ülkenizde veya tercihe göre o ülkede 2. Kere üniversite okumak ya da iş hayatına atılmak gibi bir seçeneğiniz oluyor.
Dong Suk, fazlasıyla terbiyeli birine benziyordu. Aksanı çok tatlıydı, hal ve tavırlarından ise asalet akıyordu.
Hem ingilizce, hem de japonca biliyordu. Koreceyi de sayarsak, 3 dil konuşabiliyordu yani.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little Lover~
RandomKim bilebilirdi ki 5 ortaokul öğrencisinin öğretmenleri tarafından tasarlanan bir oyunu oynarken aslında geçmişin tüm acılarını ve sırlarını ortaya dökeceğini?