"Nereye gidiyorsun?" Jimin Namjoon'un sesini duyduğunda karşısındaki aynadan saçlarını düzeltmekle meşguldü. Bakışları Namjoon'a döndüğünde onun yanındaki duvara yaslanmış bir şekilde elindeki elmayı yerken kendisini izlediğini fark etmişti.
"Jungkook'un yanına." dedi birkaç hamle daha yapıp saçını düzene sokarken. Kendisinin çok normal bir şeymiş gibi söylediği bu sözler Namjoon'un yediği elmanın boğazında kalmasına neden olmuştu. Namjoon öksürüklerinin arasında konuşmaya çabalarken Jimin sadece gözlerini devirmekle yetinmişti. Nasıl olsa birazdan...
"Namjoon-ah! İyi misin? Ah bekle al şu suyu iç hemen!" Evet. Tam da tahmin ettiği gibi Seokjin onun imdadına yetişmişti bile. Karşısında kıpkırmızı olan kuzenine endişeyle su içiren Seokjin'e göz gezdirdi. Eli ayağı birbirine dolanmış bir şekilde Namjoon'u kendisine getirmeye çalışıyordu. Hareketli geçen birkaç saniyenin sonunda Namjoon kendisini toparlamış, Jimin ise hazırlığını tamamlamıştı.
"Çok geç kalmam. Yine de..akşam yemeğine beklemeyin beni." diyerek ceketini aldı ve kapıya doğru ilerledi.
"Bekle!" omzunda hissettiği el ile sıkıntılı bir nefes vererek arkasını döndü. Jimin'in yüz ifadesini gören Namjoon omzundaki eli çekse de olduğu yerde dikleşti ve onun yüzüne sorgularcasına baktı.
"Sen..ciddi misin?"
"Oradan bakınca şaka yapıyor gibi bir halim mi var?" dedi Jimin.
"Jimin..ne söylediğinin farkındasın değil mi?" diye tekrarladı. Ortamda ne konuşulduğundan habersiz Seokjin ilgiyle onları süzüyordu.
"Bir dakika ya. Neler oluyor burada? İki dakika çocukların sınavlarını okuyayım dedim sadece. Yine ne kaçırdım acaba?" Seokjin'in söyledikleriyle Jimin bakışlarını ona çevirdi. Bunun üzerine hızla cevapladı Seokjin.
"Henüz okumadım." Jimin kafasını salladığında Namjoon yeniden konuştu.
"Jimin Jungkook'un yanına gidiyormuş."
"Ne?! Bu doğru mu Jimin?" Seokjin'in yüksek sesiyle ofladı Jimin. Bu hayatta en sevmediği şeylerden birisiydi sorguya çekilmek. Birilerine açıklama yapmak zorunda kalmak. Karşısındakilerin bunun farkında olmalarına rağmen her seferinde aynı şekilde davranmaları onu usandırmıştı artık. Daha fazla bu ortamda kalmak istemediği için kısaca cevapladı onları.
"Önemli bir şey değil. Sadece beni beklemeyin. Ve birde..arabanı aldım hyung." diyerek anahtarları cebine attı ve daha fazla soruya maruz kalmamak için hızla evden çıktı. Evin önünde bulunan Seokjin hyungunun arabasına bindiğinde ise rahat bir nefes vermişti.
Kendi başına olmak her zaman daha iyi hissettirmişti ona. Yani en azından bazı anlarda yalnız olmak işine geliyordu.Şu anda tam o anlardan birisiydi Jimin için. Tek istediği Jungkook'a neler yapabileceğini göstermekti. Henüz kendisini bunun için hazırlamasa da...Jungkook'a güzel bir ders vermeliydi. Kendisini hafife almaması gerektiğini anlamasını sağlamalıydı.
Düşünceleriyle yolun nasıl geçtiğini anlamadan varacağı yere ulaşmıştı Jimin. Arabayı uygun bir yere park edip sonunda kendisini dışarı attığında derin bir nefes alarak arka koltuktaki çantasını sırtına aldı. Birkaç dakika sonra göreceği yüz aklına geldiğinde ise hızlanmaya başlayan kalbini fark etmişti. Attığı her adımda kendisini her şeyin iyi olacağını söyleyerek ikna etmeye çalışıyordu. Sonunda bir binanın önünde durdu ve saatine baktı. Tam zamanında diye düşündü.
Kısa süre sonra da duyduğu zil sesiyle yüzüne samimi olduğunu düşündüğü bir gülümseme yerleştirerek kaldırımda ilerlemeye başladı. Kendisini ne kadar sakin olmak için temkinlese de ellerinin terlemeye başlaması durumunun ne kadar ciddi olduğunun göstergesiydi. Ama inat etmişti Jimin. Ne olursa olsun Jungkook için inat etmişti. Madem bu kadar emindi kendisinden...o zaman bunun sonuçlarına da katlanması gerektiğini bilmeliydi. Büyümeliydi.