-Lila-
Bunu nasıl yaptım bilmiyorum. Bir an nasıl bir cesaretim geldiyse, ona bir öpücüklü peçete verdim. SAÇMA. Hem, ya beni sevmiyorsa? İşte o zaman rezil olurum. Şu anda o peçeteyi çöpe atmış olabilir. Ya da, sapık gibi koklayıp duruyor da olabilir. Bu seçeneklerinin olmaması dileğiyle üçüncü seçeneği ortaya koyuyorum: Beni seviyordur ve her o peçeteyi gördüğünde içi yanıyor ve ağlıyordur.
Biliyorum, Romeo ve Juliet gibi (ya da Leyla ile Mecnun) olamaz asla ama, yine de kendimi böyle teselli ediyorum.
Çağan'ı aradım. Açmadı. Ne halt ediyor bu yine? Biliyorum, saçma düşünüyorum ama her aradığımda kapalı olması gerçekten SAÇMA.
Boğazım ağrıyor ve günlerdir kendi işimin çaresine ben bakıyorum ''Seni seviyorum.'' diyince kaçtı. O olmayınca bu duruma düştüm. Şimdi yanımda olsaydı ilaç almam için bana not yazardı.
Bu şapşalın notlarını ilk defa özlüyorum.
Fakat madem beni sevmiyor, neden bahçeme çiçeklerle 'Meleğim' yazdı? Adım Melek olsa tamam da alakası bile yok. Sanırım bu benim lakabım.
-Esila-
Lila'nın sesini hala unutamıyorum. Ona böyle birşey dediğim için kendimi aptal hissediyorum, ki öyleyim zaten, ama beni suçlamamalı. Bir yıl boyunca aramayan ben değilim. Bir yıl önce gerçek bir RUH HASTASIYDIM. İyi ki kocam -ZAFER- beni buldu ve kollarına aldı. Her şey yolundaydı.
Uzun bir süre onu aramayı düşünmüyorum
Belki bir yıl beklemeliyim. Böylece cezasını çeker.
Ama dayanamıyorum. Düşündüm ve karar verdim. Onu arayacağım.
''Alo?'' dedim. Ağlayacak gibiydim.
''A-alo? Kimsiniz?''
''Esila.''
''Hangi Esila?'' dedi, güldü ve devam etti: '' 'Kimsiniz?' diye sorup bir yıl benim aramamı bekleyen Esila mı, yoksa iki yıl önce benim şebeğim olan Esila mı?'' dedi.
''İkisi de.''
''Eskisini özledim.''
''İnan ben de. Fakat geri dönemem. Zafer'i bırakamam.'' dedim. O ise sadece (alaycı bir şekilde) güldü.
''Sen nasıl babacığını ve anneciğini bırakmadıysan ben de Zaferi'i bırakmam.'' dedim. Ikı sanıye sonra pişman oldum ve ağladım. ''Beni hep aksattın. Ruh hastası şebeğini aksattın!''
''Özür dilerim.'' dedi. Gözlerim büyüdü.
''Buluşalım mı? Saat 5'te. Konuşacak çok şeyimiz var. Yanında Zafer'i de getir.''
''Cidden mi?''
''Tabi be. Çünkü benim de sana bir süprizim var.''
İkimiz de gülmeye başladık. Sonra hoşçakal dedik ve telefonu kapattıktık.
-Lila-
Onunla konuştuğuma inanamıyordum. Ama konuştum işte. Her neyse. Çağan'ı merak ettim. Belki bir umut vardır, ha?
Telefonumun ekranındaki ''Çalıyor'' yazısına sövdükten sonra sonunda açtı:
-Lila?
-Ah, adımı unutmamışsın, ne güzel!
-Bak gerçekten üzgünüm. Aradığını şimdi gördüm. Seni özlüyorum.
Şok oldum.
-B-beni sevmediğini sanıyordum?
-Ne alakası var. O peçete bana bir melekten hediye. Ona bakarak uyuyorum ve bazen de...
-B-ba-bazen ne?
-Bazen peçeteyi öpüyorum. Seni seviyorum.
-Bu cümle duymaya değer. Ama beni ikna etmelisin. Hala sana kızgınım. dedim. Güldü.
-Tamam anlaştık. Ulus parkına gel meleğim.
Meleğim mi? Waow. Fazla harika.
-Anlaştık. Birini davet etsem sorun olur mu?
-Elbette hayır. Ama erkek olursa ağzını burnunu dağıtırım. dedi ve güldük.
-Benim ağzımı burnumu mu? dedim ve gıcık bir ifade takınıp cevap vermesini bekledim. Gerçekten çok gıcığım.
-Hayır. Sana gelince sadece senin ağzını burnunu öperim.
Bir öpücük sesi çıkardım ve telefonu kapattım.