Üç

386 41 49
                                    


Emre Fel, Merhabalar

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Emre Fel, Merhabalar

🌹

Ay bir kandil gibi parlıyordu gökyüzünde etrafında pervane olmuş birkaç yıldızla beraber. Gözlerimi ondan alamıyordum. Kibir eseri beton binaların sınırladığı gökyüzünde bir onlar nefes almamı sağlıyordu. Kafamı konumlandırdığım sedirin yastığından kaldırarak ensemi kaşıdım. Biraz sıcaklamıştım buz gibi havaya rağmen. Ayın önünü kaplayan bulutlara kaşlarımı çattım. Bir süre bekledim. İnat edip geçmek bilmediler. Bu neyin trafiği bilemedim. Doğrulup sırtımı yasladım. Cebimden çıkardığım telefonun ekranına baktım. On buçuktu. 

Yatsıyı kılmak için ayaklandım. Akşamdan kalan yara bandı yenilenmeliydi. Ciğerlerim de kıvranan kelebeklerin yarası zedelenmiş, kaburga kırıklarımın kokusuna karışan kan kokusuyla üzerime sinmişti. Delik deşik düşüncelerimin toparlanması için serum gerekliydi. Kafamdaki cesetlere faydası olmayan serum belki düşüncelerime dinçlik getirirdi.

Salondan içeri girerek daha doğrusu sürünerek merdivenlere yöneldim. Bu yorgunluk belimi büküyordu. Bedenim on dokuz, ruhum seksen yaşında gibi hissediyordum. Çıkamayacağımı anladığımda ikinci basamağa oturdum. Sırtımı ve kafamı duvara yaslayıp ayaklarımı basamak boyunca uzattım.

Ev sessizdi epey kalabalık olmasına rağmen. Her odada ikişer-üçer kadın kalıyordu. Hepsi çok konuşkan ve samimiydi. Ama benim için samimiyet getirisi olmayan saçma bir bağdı. Hayatım da kalıcı olmayan bu insanlar ile konuşmak bile arkamda bir şeyler bırakma korkusuna sebep oluyordu. Kafamda kurguladıklarımla sessiz bir şekilde barınıyordum onlar ile aynı çatı altında.

Şimdiler de ise mezarlığa dönmüş kafamı alıp nineme gitmek istiyordum. Çok uzak değildi buraya mezarlık. Cesaretimi toparlayamıyordum. Yere düşüp parça parça olmuş kırıkları koltuk altına fırlamıştı. Ben de kaldıracak kuvvet bulunmuyordu.

İç çekerek doğruldum. Merdivenleri çıkarak odaya yöneldim. Namazımı kıldıktan sonra kafamı yastığa koydum. Yatağım sanki bir tabuttu, öylesine rahatsızdım ki. Gözlerimi kapatmak benim için cehennemdi.

Uyumak yerine dönüp dolandım yatağın içinde. Yatağın içinde dönüp dolanmak bedenime ağrı olarak geri döndü. Sabah ezanı okunduğunda abdest alıp namaz kıldım. Hepsi birden uyanmış, sesleri yayılıyordu evin içerisinde. Yarım saatlik gürültüden sonra biraz daha uyumak için odalara çekildiklerinde üzerime bir hırka geçirip odadan çıktım. Ağrıyan bedenimi merdivenlerden indirip bahçe kapısından çıktım. Her zaman oturduğum yerde biri oturuyordu. Bukle bukle sarı saçlarına güneş ışığı vuruyordu. Kafasını geri yaslamış, kollarını göğsünde bağlamıştı. Dudakları kıpırdanıyordu. İnşirah suresi okuyordu sanırım.

Geri döneceğim sırada beni fark etmiş gibi gözlerini araladı, kafasını kaldırıp çevirdiğinde göz göze geldik. Kehribar rengiydi gözleri, ışıl ışıldı. Gözlerimi kaçırdım utançla. Bir an bana geçmişten birini anımsatmıştı. Saçları dökülmüş, teni fazlasıyla açık, göz altları morlaşmış, beyaz maskeli bir oğlanı. Hayır kahraman falan değildi. Hastaydı. Ağır ilaçlar alan bir hastaydı.

Gül DevrimiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin