Thirty one

34 3 20
                                    

Ruel: yürüyüşe çıkıyorum

Ruel: konuşmak istiyorsan ilk ve son şansın bu

Zoey: Kardeşimle ilgileniyorum

Zoey: Yarın konuşsak olmaz mı

Ruel: yarım saat sonra kırık sahanın o tarafta olacağım, ister gel ister gelme

Zoey: Orada olacağım

***

Ellerim cebimde Zoey'yi bekliyordum. Bunu en son ne zaman yapmıştım kim bilir...Rüzgarın daha az etki etmesi için sahanın sol tarafında bulunan eski tribünün önünde dikiliyordum. Ancak ne olursa olsun içim üşüyor gibiydi. Heyecanlandığımda hep böyle olurdu.

Saatime baktım. Birkaç dakika içinde burada olmazsa gidecektim. Gelmesini isteyip istemediğimden bir türlü emin olamıyordum. Yerdeki bir çakılı tekmeledim ve ısınmak için sık sık nefes alıp verdim.

Gitmeyi düşünmeye başlamıştım ki karanlıkta onun silüetini gördüm, yalnız değildi. Küçük bir kız çocuğunu elinden tutmuş peşinden sürüklüyordu. Birkaç metre sonra ise yanımdaydı. Siyah montunun fermuarını çenesinin altına kadar çekmişti, ince bacaklarını saran siyah kotunun paçaları uzun botlarının içindeydi. Kardeşi olduğunu tahmin ettiğim çocuk ise o kadar sıkı ve kalın giydirilmişti ki neredeyse yüzünü göremiyordum.

"Selam." dedi o ana kadar özlediğimden haberdar olmadığım sesi.

"Mandy'ye gidelim. Çocuk üşüyecek." Onu niye getirmişti ki? Annesine- annesi ölmüştü. Pekala, babasına bırakabilirdi.

Hiçbir şey demeden kafasını onaylarcasına salladı ve çocuğu kucağına alarak arkamda yürümeye başladı. Mandy bulunduğumuz yerden çok uzakta değildi. Ama sessizlikte geçen bir saniye bir saatten uzunmuş gibi hissettirdiği için Mandy'ye girmek sanki yıllarımı aldı. Yolda büyüdüm, yaşlandım ve az kalsın ölüyordum.

Nihayet Mandy'ye geldiğimizde Zoey nefes nefese kalmıştı ama kendisinin gıkı çıkmıyordu. Isıtıcının yanındaki bir masaya oturduk. Zoey, kardeşinin montunu ve atkısını çıkardı ardından onu oynaması için top havuzuna yolladı. Sonunda bana döndüğünde gözlerinin altındaki morlukları ve çökmüş yanaklarını fark ettim.

"Şimdi konuşma vakti." Dedi. Buna hazır mıydım bilmiyordum.

O anda gelen garson beni bir anlığına rahatlattı. Ancak ikimiz de hızlıca sıcak çikolatada karar kıldıktan sonra yine ateş yüzüme yükselmişti. Konuşmaya başladım.

"Neden bana yazdın?"

"Çünkü seni seviyorum."

Gözlerimi devirdim. İnanmak istiyordum, içimin bir tarafı inanmak için ölüyordu ama    diğer yandan ona güvenebilirmişim gibi gelmiyordu.

"Zoey, burada sadece gerçekleri konuşacağız. O yüzden yalan söylemeyi kes."

Gözlerini kırpıştırdı. "Yalan söylemiyorum."

Elimi uzattım ve masanın diğer tarafındaki kolunu çektim. Ne yaptığımı anlayamadan kazağının kolunu sıyırdım. Siktir. Eski izler vardı ve üstlerinde yeni yaralar...Zoey kendini gerçekten incitiyordu.

"Sana inanmamı istiyorsan her şeyi anlat bana."

Elini ensesine götürdü ve kısa saçlarının altındaki kafasını kaşıdı. "Pekala ne bilmek istiyorsun?"

BLACK ROSE - Ruel textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin