40

15 1 6
                                    

Slm ben bölümleri 5 senede bir atan bir hıyarım.

Günaydın güzelim." Zoey'nin yanağına bir öpücük kondurdum ve açık tuttuğu kapıdan içeriye geçtim. Skye, girişin sol tarafında kalan geniş kanepeye yayılmış televizyonu izliyordu. Beni gördüğünde ayağa kalıp tereddütle yanıma geldi. Bu sırada Zoey kapıyı kapatmış, mutfağa ait olduğunu düşündüğüm kapının arında gözden kaybolmuştu.

"Elindeki ne?" Dedi Skye. Elimde buraya gelmeden önce onun için aldığım bir yapboz vardı. Zoey daha önce bir konuşmamızda Skye'ın uçaklara bayıldığını söylemişti, ben de ona üzerinde üç uçağın yan yana uçtuğu bir fotoğraf olan bir yapboz almıştım. Maket almak istemiştim ama buraya gelmeden önce kısıtlı vaktim vardı ve yaşadığımız kasaba aradığım her şeyi bulabileceğim kadar büyük bir yer değildi.

"Senin için bir şey getirdim."

Skye dibime kadar geldi ve elimde duran kutuya hediye paketinin altını görebilecekmiş gibi baktı. "Bana versen iyi olur." dedi sonunda.

Dediğine gülerek paketi ona uzattım. "Bir öpücük karşılığında senindir." Diğer elimle yanağımı işaret ettim.

"Zoey bundan hoşlanmayabilir."

"Nedenmiş o?"

Omuzlarını silkti. Üzerinde renkli yatay çizgilerin oluğu bir pijama takımı vardı ve saçları dağınıktı. Nedense bir ailenin sabah saatlerine tanık olmak iyi
hissettirmişti.

"Çünkü Zoey yabancılara yaklaşmamam gerektiğini söyleyip duruyor."

Üzerimdeki kalın ceketi çıkararak koltuğun üstüne bıraktım.

"Evinize gelen biri nasıl yabancı olabilir ki?"

Skye omuzlarını sikti. Ardından Zoey'nin mutfaktan gelen sesini duyduk.

"O yabancı değil Skye, o sadece Rue."

Skye yanağıma bir öpücük kondurdu ve gülümseyerek elimdeki kutuyu aldı.

Artık yabancı değildim, kabul edilmiştim.

*

Kahvaltı, Zoey'nin yaptığı pankekleri mideye indirmekle ve havadan sudan konuşmakla geçti. Ardından ben mutfağı toplarken Zoey de Skye'ın evde yaptığı dağınıklığı topluyordu.

İkimiz de üstüne düşen görevi bitirdiğimizde masaya geçtik ve ödevimiz için araştırma yapmaya başladık. Gelirken bilgisayarımı getirmemiştim bu yüzden ben telefonumdan bakıp hoşuma giden bilgileri Zoey'ye atıyordum ve o da sunum dosyamıza ekliyordu.

"Sadece Ronald Reagan ve Andrew Jackson kaldı." Dedi sonunda. Bir buçuk saatten fazladır bu işle uğraşıyorduk ve ikimiz de yorulmaya başlamıştık. Amerika Birleşik Devletleri tarihinde önemi olan on kişi hakkında bir sunum yapacaktık. Sunumdan alacağımız puan da bizim için çok önemliydi çünkü notlarımızın ortalamasını yükseltmemiz gerekiyordu. Üniversite başvuruları çok yakındı artık.

Skye salona daldı. "Zoey, pastel boyalarımı bulamıyorum."

Zoey yerinde gerindi. "Kitaplığına baktın mı? Orada görmüştüm."

Skye kafasını iki yana salladı. "Hayır hiçbir yerde yok."

Zoey, kendini zorlayarak yerinden kalktı ve üst kata çıkan merdivenlere yöneldi. Hayatına girdikçe ne kadar yorulduğunu ne kadar zorlandığını daha iyi anlıyordum. Onun için bir şeyler yapmak istiyordum ama ne yapabileceğimi bilmiyordum.

Sonunda zoey elinde bit kutu pastel boya ile göründü. "İşte burada." Skye heyecanla boyaları kaptı ve kanepesine geri döndü. Henüz kreşe gidiyordu ama çizim konusunda çok yetenekliydi. İyi bir desteklenme ile çok başarılı olabilirdi. Ama ona bunları kim sunacaktı ki? Kendisiyle haftalık harçlık vermek ve önüne akşam yemeğini koymak dışında ilgilenmeyen büyükannesi mi her şeyin altında ezilmeden hayatını devam ettirmeye çalışan ablası mı?

İç çektim. Bir yolu olmalıydı.

Zoey sıkılmış halimi fark etti ama Skye'ın yanında bir şey sormayacak kadar düşünceliydi. "Biraz dışarı çıkalım mı? Mola vermiş oluruz."

Kafamı onaylar gibi salladım. Skye resmi yarım kaldığı için mızmızlanmaya başladı ama aslında onun da dışarı çıkmak istediğini biliyordum.

Ben Skye'ın saçını tarayıp örmeye başladım. Bunu Coco sayesinde öğrenmiştim, saçlarıyla ilgilenmeme bayılıyordu. Saçlarını kazıtmak zorunda kalana kadar yani...Bu sırada Zoey üstünü değiştirdi ve ardından Skye'ın giymesi için bir şeyler ayarlardı. On beş dakikadan fazla sürmeyen hazırlanmamızdan sonra annemin eski arabasına yerleştik ve bu soğuk öğle vaktinde Skye'ı oyalayabileceğimiz bir parka gitmek üzere yola koyulduk.

Küçük bir kasabada yaşıyorduk, gidebileceğimiz üç park vardı. En uzaktakini seçtim çünkü biraz zamana ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Kapalı bir çatıdan uzakta olmalıydım. Sonunda parka geldiğimizde Skye hoplayıp zıplayarak oyun bölümüne yöneldi. Zoey ile ben ise arkasında yürüyorduk.

"Bütün bunlar...sana fazla geliyorsa anlarım." Dedi sonunda Zoey.

"Bana bir şeyin fazla geldiği falan yok. Olmak istediğim yerdeyim."

Zoey gülümsedi.

Ben gülümsedim.

Elimi Zoey'ye uzattım. İnce parmakları benimkiler arasında kaboldu.

İkimiz de önümüze dönerek yürümeye başladık, bu muhteşem bir histi. Ona bakmıyor olsam bile yanımda olduğunu biliyordum ve sanki elimde elini değil kalbini tutuyordum. Atışını duyabiliyorum ve sıcaklık elimden vücuduma yayılıyordu.

Heyecanlanıyordum ama aynı zamanda en rahat halimdeydim de.

Aşk sanırım böyle bir şeydi.

BLACK ROSE - Ruel textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin