Fourty three

10 1 4
                                    

Sahanın hemen kenarındaki eski tribünde Zoey'nin gelmesini bekliyordum. Buraya gelmeden önce onun için çikolatalı kendim için de vanilyalı milkshake almıştım. Havalar eskiye göre epey ısınmıştı, üzerimde yalnızca sweatshirtüm vardı ve üşümüyordum.

Kolumdaki saate baktım, Zoey 13 dakika gecikmişti. Elimdeki içecekleri elimde daha fazla ısınmamaları için yan tarafıma koydum ve kafamı kaldırıp gökyüzüne bakmaya başladım. Çok fazla bulut yoktu ve küçük bir kasabada yaşadığmız için yıldızlar oldukça belirgindi. Ne yazık ki yıldızlara dair pek bir şey bilmiyordum. O yüzden sadece gökyüzündeki sonsuzluğu hayran hayran izledim.

Birkaç dakika sonra birbiri ardına atılan hızlı adımları duydum. Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde siyah kapüşonlusunu kafasına geçirmiş bana doğru gelen Zoey'i gördüm.

"Selam." Dedi iyice yaklaştığında.

"Selam. Gelmeyeceğinden endişelenmeye başlamıştım."

Kapüşonlusunu indirdi, sırt çantasını da çıkarıp yanıma oturdu. Uzanarak dudağıma hızlı bir öpücük kondurdu. Kaşlarım kendiliğinden havaya kalktı çünkü bu her zaman yaptığı bir şey değildi.

"Akşam yemeğine gelen misafirimiz bu gece bizde kalmaya karar verdi ve herkes odasına çekilmeden önce evden çıkamadım."

Geri çekilip yüzümü dikkatlice inceledi. Ardından elini morarmış elmacık kemiğimde ve çenemde gezdirdi. Sıkıntılı bir şekilde nefesini verdi ve gözlerini gözlerime sabitledi. Sinirliydi ve bir şey yapmadan durmanın onu deli ettiğini biliyordum. Ama böyle olmalıydı.

Tekrar yaklaştı ve önce elmacık kemiğime ardından çeneme birer öpücük bıraktı. O küçük öpücükler uğruna bir kez daha dayak yemeyi göze alacağımı bilmiyordu.

Sonunda yapacak bir şey olmadığını kabul etti, omuzlarını silkti. "Sandviç ve battaniye getirdim."

Gülümsedim ve erimeye başlamış olan içeceklerimizi işaret ettim.

"Birbirimizi tamamlıyoruz."

Zoey de gülümsedi ve iyice yanıma sokuldu. Kollarımı ona doladım ve bedeninin sıcaklığının tadını çıkardım. Zoey'ye nasıl böyle kapılmıştım bilmiyorum ama kendisi hayatımın geri kalanında yanımda istediğim tek kişiydi. Her zaman, her şeyiyle istiyordum onu.

"Seni özlemiştim." Dedi birkaç dakikalık sessizlikten sonra. "Yalnızca iki gün görüşmemek seni deliler gibi özlememe yetiyor."

"Bu hissi biliyorum. Çünkü yalnızca birkaç saat seni özlememe yetiyor."

İkimiz gülümsedik, yüzünü göremiyordum ama nefesinin sesini dinleyerek anlayabiliyorum bunu. Geriye uzanarak milkshakeleri aldım ve birini ona verdim. "Daha fazla erirse tadı bir şeye benzemeyecek."

Yaslandığı göğsümden çekildi. "Evet haklısın." Çantasını açarak iki kese kağıdı çıkardı ve birini bana uzattı. "Bol hardallı."

Küçük bir detayı hatırlaması içimde hareketlenmeye neden oldu. Uzattığı paketi aldım ve açarak sandviçimi çıkardım. Vanilyalı milkshake ile hardallı sandviç kulağa pek hoş gelmese de birlikte leziz oluyorlardı.

Kavga hakkında konuşmamaya çalışarak yarınki okuldan ve üniversite başvurularından konuştuk. Belirli üniversitelere başvuru yapmıştık, aynı yerde olmazsak bile en azından yakın olmak istiyorduk.

"İnanabiliyor musun? Yalnızca birkaç ay sonra buradan yüzlerce kilometre uzaklarda olacağız."

Zoey omuzlarını düşürdü, aklında ne olduğunu biliyordum ama o yine de söyledi. "Tabii ikimiz de burs alabilirsek..."

"Sorun olmayacak, ikimiz de başaracağız."

Skıntıyla nefesini verdi. "Umarım Rue."

Sandviçlermizi ve içeceklerimizi bitirdik. Ardından sahanın ortasına giderek battaniyeyi yere serdik ve saate bakmaktan kaçınarak öylece uzandık.

Dakikalarca öpüştük.

Saat geceyarısını geçtiğinde Zoey'i evinin önüne kadar götürdüm ve yarın tekrar görüşene kadar dayanabilmek için ona son kez sıkıca sarıldım.

Yalnız başıma eve yürürken Zoey'ye neden ve nasıl bu kadar bağlandığımı düşünüyordum.

Millie napıyosun olum günde iki bölüm mü hobb

Millie napıyosun olum günde iki bölüm mü hobb

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



",

BLACK ROSE - Ruel textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin