kimimiz yaralı

4.4K 305 351
                                    

19 Haziran, Busan

Kendimi iyileştirmeye hazır değildim, yaralarımı sararken canımın acımasından korktum.

Kalbimde müthiş bir ritim, midemde durmak bilmeyen kasılmalara engel olamadım. Evimin önünde valizimin sapını sıkıca kavramış karşımdaki adama bakarken çenemi kenetledim, nasıl şehri terk etmeyi kabul edebilecek kadar cesur davranabilmiştim? Nasıl her şeyi geride bırakabilecektim?

Annem ve babam onay verircesine başını sallarken ağabeyim bana bıkkın bir ifadeyle bakıyordu, okulu bıraktığım için affetmeyecekti beni. Gitmeden önce özellikle iyileşmeden dönmememi söylemişti, hâlâ aynı kelimeleri sarf ediyordu gözleriyle. Düzelmeden dönme sakın, Baekhyun. Ya düzelmezsem? Belki bir tımarhaneye kapatırlardı beni, ya da ellerimi bağlar götürürdü polisler.

Karşımdaki sefil görünümlü adamı inceledim gözümün ucuyla, adını söylemişti ancak zihnim öyle meşguldü ki ne söylediğini hatırlamıyordum. Üstünde dirseklerine kadar uzanan kısa kollu çizgili lacivert bir gömlek, altında onunla hiç uyumlu olmayan ten rengine yakın bir pantolon ve beyaz tişört. Pejmürde giyimi bir yana, kısacık siyah saçları en normal yanıydı. Bir basketbolcu kadar uzun boylu ve iri yarıydı. Gömleğinin açıkta bıraktığı teni yanıktı, ancak yüzüne çok fazla bakma gereksinimi duymadım. Uzaktan gören birinin onun bir taşralı olduğunu anlaması çok da zor olmazdı, üstelik bindiği araba beyaz eski bir açık kasa pikapken. Bu pikaba bindiğimde beni kimsenin görmemesini umut ettim sadece, herhalde doksanlı yıllardan kalmaydı. Bana uzattığı kocaman elini görmezden geldiğimde bozuntuya vermeyip ellerini cebine koydu, onu elini tutabilecek kadar tanımıyordum henüz.

"Baekhyun'a iyi bak, Chanyeol," dedi babam, böylece adını öğrenebilmiştim. Herhalde Chanyeol'e para vermiş olmalıydı, ne kadar vermiş olabilir bilmiyordum. Belki de daha önce buluşmuştu onunla, ya da banka hesabına göndermiş olmalıydı. Ne kadar kalacağımı bile bilmiyordum. Hoş, bir köyde yaşamaya pek katlanabileceğimden emin değildim.

"Merak etmeyin, iyi anlaşacağımıza eminim," dedi özgüven dolu kalın bir sesle, söyledikleri yüzünden kaşlarımı çatmaktan alıkoyamadım kendimi. Beni bir gram bile tanımıyordu, ben dönmeye karar vermeden önce kovacaktı belki de beni. "Unutmadan, elma şarabı getirdim sizin için. Kendi ağaçlarımızdan, umarım seversiniz."

Chanyeol pikabın kasasından bir kutu çıkarıp babamın kollarına bıraktı, ailem beni utandıracak kadar teşekkür ederken o durmadan önemli olmadığını söylüyordu.

Annem taşralı adamın kolunu tutmuş ısrarla eve sokmaya çalışırken, "Akşam yemeğine kalmak istemediğine emin misin? O kadar yol gideceksiniz, gel de sana bir şeyler hazırlayayım," diyordu bir yandan. Bu mide bulandırıcı derecede kibar davranışlarına dayanamayacaktım artık, anneme ters bakışlar atıyordum.

"Fazla geç olmadan yola çıkalım, akşam yemeğine evde oluruz."

"Baekhyun'un telefonu yok, bir şey olursa seni ararım," dedi babam, son telefonumu duvara vurarak parçaladığımdan bahsetmek istemedim. Yeni bir telefonum olsaydı muhtemelen yine aynı şekilde sonuçlanırdı.

Chanyeol onayladı, valizimi küçük bir çantaymış gibi kolayca havaya kaldırıp pikabın kasasına bıraktı, gidiyordum artık.

Ağabeyim saçlarımı karıştırırken ondan kurtulmaya çalıştım, anne babam bana sarılacak gibi bakıyordu, buna katlanamazdım. Chanyeol'ü şaşırtacak şekilde ondan önce pikabın ön koltuğuna atlayıp kapıyı kapattım, ailemin bakışlarını üstümde hissedebiliyordum hâlâ. El sallıyorlardı bana, karşılık vermedim, oysa onlara değildi öfkem.

Chanyeol de binip arabayı çalıştırana dek emniyet kemerimi takmakla oyalandım ve dönüp aileme bakmak dışında her şeyi yaptım, onları geride bırakıp apartmanımızın önünden uzaklaştığımızda nihayet derin bir nefes alabilmiştim. Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım, artık Busan'da bile olmayacaktım. Kemerime tutunup arabadan gelen seslere kulak verdim yalnızca, radyonun cızıltılı sesini duyana dek gözlerimi açmadım. Haber spikerinin havanın yağmurlu olacağıyla ilgili uyarılarını dinlerken başımı kaldırıp Chanyeol'e baktım, adını yanlış hatırlamıyorsam tabii. Üstündeki çirkin gömleği her nereden bulduysa geri vermeliydi, griye dönmüş spor ayakkabılarından bahsetmiyorum bile. Kısa saçları kepçe kulaklarını açıkta bırakıyordu, saçlarını biraz uzatsa iyi görünebilirdi belki. Düzgün bir yüzü ve iştahı yerinde olsa gerek, dolgun yanakları vardı. Güvenilir birine benziyordu ama kim bilir aslında nasıl biriydi, belki de köye girer girmez çirkin tavırlarıyla şaşırtacaktı beni.

Bluing the SummerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin