Hoseok masada oturmuş etrafına çekingen gözlerle bakıyordu. Parkta kafasına şapkayı geçiren adam, yerdeki pastaya kısa bir bakış attıktan sonra, kendisini kolundan tutarak arabasına bindirmiş ve bu ihtişamlı, her yerinin para koktuğu büyük pastaneye getirmişti.
İlk başta çırpınıp kendisini rahat bırakmasını söylemeyi düşünmüşsede sonradan vazgeçerek akışına bırakmıştı. Bu zamandan sonra organ mafyası tarafından kaçırılsa bile umursamayacaktı. On yedi sene boyunca amaçsız ve bomboş bir şekilde yaşamıştı. Bu on yedi seneye birkaç sene daha eklemek saçma gelmişti gözüne. Çok bile yaşadığını düşünüyordu.
Fakat adını bilmediği, tuhaf adam arabayı durdurup indiğinde, geldikleri yerin bir pastane olduğunu görmesiyle omuzlarını düşürmüştü Hoseok. Beklediği bir şey elbette yoktu fakat bir pastaneye geleceklerini de hiç düşünmemişti.
"Yemeyecek misin?" Karşısındaki adını bilmediği, beyaz tenli, küçük gözlü ve siyah saçlı adam önündeki çikolatalı pastayı işaret ederek konuşmuştu. Bu adam geldikleri gibi Hoseok için çikolatalı pasta, kendisi için ise bir kahve söyleyerek arkasına yaslanmış ve etrafı merakla izleyen Hoseoku incelemişti. Hoseok bundan rahatsız olsada yerinde kıpırdanmaktan başka bir şey yapmamış ve önüne konan pastaya bakmıştı. 'İnsanları utanmadan süzebilecek kadar terbiyesiz, fikirlerini sormayacak kadar ise kaba.' diye düşündü Hoseok.
"Ben çikolatalı pasta sevmem." Dediğiyle birlikte adam kaşlarını kaldırdı. "Oh, parkta pastana bakarak ağlıyordun ama?"
Hoseok, pastaneye gittiğinde parasının yettiği tek pasta o olduğu için almıştı. Amacı sadece mum üflemekti. Fakat pastası yere düştüğünde parasıda boşa gitmişti, üstelik mumları bile üfleyememişti.
"Bu çikolatalı pasta sevdiğim anlamına gelmez." Dışardan bakılınca gerçekten pasta için ağladığı mı sanılıyordu? Boşça kıkırdadı Hoseok, o yaşadığı ve haketmediğini düşündüğü anlamsız hayatı için ağlıyordu, birde, üfleyemediği mumları için.
Karışısındaki adam bu kıkırdamaya anlam veremeyerek kahvesinden bir yudum aldı. "Pekâlâ, baştan başlayalım. Adın ne? Ben Yoongi, Min Yoongi."
'Güzel bir adı var.' diye düşündü Hoseok. "Adım Seok, Jung Seok." Hiç tanımadığı bir adama ismini eksik söylese bir sorun olmazdı değil mi?
"Çok hoş bir adın var Seok, şimdi söyle bakalım neli pasta seversin?"
'Yalancı.' dedi içinden Hoseok, 'güzel bir isimmiş.' o bu kısaltmadan nefret ederdi. "Bir şey sorabilir miyim Bay Min?"
"Dinliyorum?"
"Neden beni parkta yalnız bırakmak yerine buraya getirdiniz?"
"Bugün senin doğum günün değil mi?" Yoongi sorduğu soruya cevap olarak boş bakışlarla karşılaştığında arkasına yaslandı. "Doğum günlerinde mutlu olunur, sende parkta ağlarken pek mutlu görünmüyordun. Ayrıca benimle gelmekten rahatsızsan neden arabada hiçbir şey demedin?"
Yoongi haklıydı. Doğum günlerinde mutlu olunur zırvalığında değil tabi ki. 'Belli ki herkesin kendisi kadar şanslı olmadığını bilmiyor.' diye düşündü Hoseok. Haklı olduğu kısım ise ona hiçbir şekilde sesini çıkarmamasıydı.
Yoongi kendisine bir cevap veremeyen küçüğe gülerek baktı. "Şimdi tekrar soruyorum neli pasta seversin?"
Hoseok arkasına yaslanarak deminden beri oynadığı parmaklarını masanın altından çıkararak su dolu bardağı kavradı. "Çikolatalı muzlu." diyerek elindeki bardaktan büyük bir yudum aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Boy ⚜ Sope
Fanfiction"İyi ki doğdun Hoseok... İyi ki doğdun Hoseok..." Genç çocuk yutkunduktan sonra, burnunu çekerek titreyen sesiyle kendi doğum günü şarkısını söylemeye devam etti. "İyi ki doğdun, İyi ki doğdun... Mutlu yıllar sana..." 21 Nisan salı 2020