Nejat atamasını istemişti, gerekli kararın çıkmasını bekliyordu. Gülümser yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı bile. Arkadaşlarıyla,aileleriyle sık sık görüşüp vakit geçiriyorlardı son günlerinde.
Nejat'ın ataması Mazı köyüne yarım saat mesafede bir lise için kesinleşmişti artık. Bu haber üzerine 12 Ağustos için bir nakliye şirketiyle anlaşmışlardı. Bütün hazırlıklarını tamamlamışlardı neredeyse, Mazı için yola çıkmalarına sadece iki gün kalmıştı. O akşam karı koca sahilde yürümek için dışarı çıktılar.
Koşarcasına uzaklaşmak istedikleri bu şehir birleştirmişti onları. Birbirlerini bulmalarını bu şehir sağlamıştı sonuçta, bir vedayı hakediyordu en azından. İstanbul'un kalabalık ve gürültülü sokaklarını aşarak vardıkları sahilde; güç bela boş buldukları banka oturup denizin ufuklarında ışıl ışıl parlayan renklere dalmıştı ikisi de. Çok güzel görünüyordu o ufuklar evet ama kim bilir kaç karanlık biriktiriyordu, saçtığı renklerin ardında. O kudretli İstanbul'a vedaydı uzun uzun dalışları.
Gözleri uzakları aşıp birbirini bulduğunda
'Ulan İstanbul' dedi Nejat ekledi ardından
'Yerin bir önemi yok biliyorsun değil mi, benim memleketim sensin'Aşk kelimesi, sözlükteki anlamından taşıyordu onlar için. Aşk yaşamıyorlar, aşkı yaşıyorlardı.
Sahi aşk, bir memleket meselesi olabilir miydi acaba? Bir omuza başını yasladığında yerini bulmuş gibi hissediyorsan, memleketin o omuz olabilirdi bence de daima.Eve döndüklerinde vaktin epey ilerlediğini ancak farketmişlerdi. İnsanız işte hiç bir veda kolay olmuyordu. Ertesi günün akşamı tüm aile ile veda buluşması için Nejat'ın annesinin evinde toplanacaklardı. Sabah erkenden yola çıkacakları için akşamdan vedalaşma kararı almışlardı. O akşam herkes dokunsan ağlayacak gibiydi.
Çünkü böyledir vedalar hem acıdır hem acıtırdı sonuçta.
Gülümser ve Nejat'ı üzmemek adına tutmayı başarıyorlardı henüz kendilerini ağlamama konusunda, uzun uzun oturup konuştular,vedalaştılar.
Sarılıp ayrılma vakti gelmişti. Herkes uzun uzun sarıldı sıra Gülümser ve annesine gelmişti. Şaşırtıcı ama Gülümser'in annesi olmuştu o gece yalnızca göz yaşlarını tutamayan.
'Seni seviyorum,kızım' diyerek sıkı sıkı sarılmıştı sarılmaya geç kaldığı yavrusuna, gözlerinden akan yaşlarıyla.
Gülümser şaşkındı, gözlerinden akan yaşların sebebi ne vedaydı ne de sevdiklerinden ayrılmaktı o an. Onun gözündeki yaşın tek bir sebebi vardı. Yirmi dört yaşında ilk defa duyduğu o cümle:
'Seni seviyorum kızım'
Bu cümleyi duyabilmenin bedeli ağır olmuştu onun için çocukluğunu vermek gibi ama olsun duymuştu ya sonuçta şu an için tek önemli olan şey buydu.
'Ben de seni seviyorum anne' dedi.Yaşadığımız her gün bir şeylerle vedalaşıyoruz aslında ama adı veda olacak kadar somutlaşınca fark edebiliyoruz yalnızca. İnsanoğlu kendini çok akıllı sanarken her zaman her şeyi sonradan fark etmez mi zaten.
Veda sabahı eşyalar nakliyat arabasına yüklenmiş yola çıkmak için hazırdı. Nejat ve Gülümser de kendi arabalarıyla yola çıkmak için hazırlandılar. Hava ışımakla ışımamak, güneş doğmakla doğmamak arasındaydı. Nejat gaza yüklenirken Gülümser bir kez de gözleriyle veda ediyordu İstanbul'a.
Hoşçakal İstanbul.
Sabah 6 gibi çıktıkları yolu öğleden sonra 3 gibi tamamladılar. Arabayı park ettikten sonra mavi kapıyı hasretle açtılar adeta. Ton ton amca bugün geleceklerini biliyor ve onları bahçede bekliyordu, mavi kapı açılır açılmaz tüm sevecenliği ile bir kez daha karşıladı onları. Anahtarı teslim edip oradan ayrıldı. Gülümser limon ağacının yanında, kokusunu içine hapsetmek ister gibi çekerken Nejat karısının belinden tuttu ve kendisine doğru çekerek öptü onu.
'Seni seviyorum karıcığım'
'Seni seviyorum kocacağım'
Esaretinden kurtulmuş ama alışkanlıklarından kurtulamamış bir mahkum gibi volta atmaya başlamışlardı bahçede omuz omuza. Gözleri birbirini bulduğunda sarıldılar sımsıkı. Sarılmanın da sımsıkısı makbûldur zaten.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dinle Çocuk
NonfiksiBir çocuğun tüm duyguları,beni dinlemeyip büyürken yaşayarak öğrenişinin hikayesi..