Ölüm; iki hece dört harften oluşan bu kelime dünya da insanın canını yakan en acı veren kelimeydi belkide. Hangi anaların, evlatların, sevgililerin yüreğini yakmıştı kimbilir. Kimlerin yüreğine kor ateşler salmıştı, kül etmişti...
Ben kaybetmiştim. Babamı, annemi, kardeşimi, ailemi, mutlu hayatımı, kısacası her şeyimi kaybetmiştim. Kimsesiz bir çocuk gibiydim tutunacak ne bir dalım ne de sığınacak bir yuvam kalmıştı.
Herkes yabancıydı bana, hiçkimse aynı değildi. Benim ile aynı acıyı yaşamıyordu bir tanesi bile. Başıma örtülen bu siyah örtü matem havası yaratmak için mi örtülmüştü. Benim yüreğim zaten matem yaşıyordu buna gerek var mıydı.
Geniş terasta, o her gece gökyüzünü seyrettiğim doyasıya yıldızları izlediğim o terasta oturuyordum. Etrafımda ki kalabalığa rağmen yapayalnızdım, kimsesizdim.
Beni bırakıp giden annemin ardından babamı da kaybetmiştim. Yanımda olmaya çalışan insanlar, teselli vermek isteyenler o kadar sahteydiler ki. Hiçbirine inanmadı yüreğim. Destek olmak için sıvazladılar, sarıldılar soğuk geldi üşüdü bedenim.
O hastane koridorlarda kendimden geçişimi, yok oluşumu hatırlıyordum. Son sözüm baba olmuştu, o zamandan beri tek kelime dahi etmemiştim. Kimse ağzımdan bir tek kelime dahi duymamıştı.
Şimdi bekliyorduk. Yeşile sarılı o tabutta babamın gelmesini bekliyorduk. İnsanlar baş sağlığı diliyor üzüldüklerini söylüyorlardı, yalancıydılar. Üzülmüyorlardı hepsi istemişti, hepsi babamın ölmesini istemişti biliyordum.
Simsiyah giyinmiş, sedirde oturuyordum. Ellerimi dizimin ilerisinde birleştirmiş dimdik oturuyordum.
'Güçlü dur kim olduğunu unutma.'
Beynimin her köşesinde yankılanıyordu babamın sözleri. Unutmuyordum kim olduğumu asla unutmuyordum. Güçlü duruyordum, boynumu dahi bükmeden dimdik duruyordum.
Gözyaşlarım dahi akmıyordu artık gözlerimden öylece yaşam belirtisi vermeden gözlerimi uzaklara dikip saatlerce takılı kalıyordum.
Gelmişti işte yeşil örtüye sarılı tabutu gelmişti. Sakindim, fazlası ile, benden beklenmedik şekilde sakindim. Bir sebebi vardı elbet, iğne. Sakinleştirici yapılmıştı. Bu yüzden bu kadar sakindim.
Yavaşça ve ağır ağır kalktım yerimden. Bir kaç kişi, tanımadığım kişilerdi bunlar, babamın tabutunu omzunda taşıdı. Aşağıya inmek için merdivenlere yöneldim. Naze her daim benimleydi, bir an olsun yalnız bırakmıyordu. Oda benim ile birlikte adım attı, takip etti beni.
Aheste aheste indim merdivenleri. Gözümü bir an olsun yeşil örtülü o tabuttan çekmedim. Adamlar omuzlarından indirip yere koydular tabutu. Herkes bana döndü, pür dikkat beni izledi. Ne yapacağımı, nasıl bir tepki vereceğimi görmek istiyorlardı.
Tabutun başına vardı ayaklarım. Eğildim yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm. Başımdaki siyah örtü kayıp omuzlarıma düştü, saçlarım açıldı umursamadım. Tek derdim bu muydu? Titreyen ellerim yavaşça yeşil örtüye sürtündü, gözlerimi acı ile kıstım. Buradaydı, bu tabutun içindeydi. Yanımda olması gerekirken bu tabutun içine koymuşlardı onu.
Gözümden bir damla yaş düştü konağın avlusuna. Bağırmadım, haykırmadım, konuşmadım. Ellerim ile yavaşça, canını acıtacağımı düşünür gibi sevdim yeşil örtüyü. Başımı yasladım yeşil örtüye, saçlarım dağıldı tabutun üzerine, gözlerim ıslattı örtüyü. Ona sarılır gibi sarıldım tabutuna.
"Babam." İlk kez günler sonra ağzımdan çıkan kelime bu olmuştu. Sanki bütün vücudum bunu bekliyormuş gibi tepki verdi. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zerde
General Fiction"Neden getirdin beni buraya?" Gitmek istedim. Arkamı dönüp ilerleyeceğim sırada eliyle bileğimi tuttu. "Yürü." Emir veren sesine rağmen o an bile dediğini yapabilirdim ama kendime engel olup yapmadım. Peşinden sürükledi beni. Elimle bileğimdeki eli...