Elimin altındaki toprağı okşadım. Bu toprağın altında küçücük bir bedenin yattığını bilmek acı veriyordu.
Hayat bu kadar kötü olmamalıydı. Daha 6 yaşındaki bir çocuğun yeri bu toprağın altı değildi. Arkadaşlarıyla top oynamalı, bisiklet sürmeli, uçurtma uçurmalı, çocukluğunu yaşamalıydı.
Yaradan onu bahşettiği gibi geri almıştı bizden. Hiçbir zaman isyan etmemeye çalışmıştım ama bu acı bazen o kadar dayanılmaz bir hal alıyordu ki, ciğerimden söküp atmak istiyordum. Aldığım nefes sanki bana yetmiyor boğulacak gibi oluyordum. Ağlamak istiyor ama boğazım düğüm düğüm oluyor ağlayamıyordum.
Gözlerimden bir kaç damla yaş düştü toprağa. Az önce net gördüğüm her şey bulanıklaştı. Elimdeki toprağın tozunu umursamadan sildim gözyaşlarımı.
12 yaşındaydım dünyaya geldiğinde, o kadar sevinçliydim ki bir kardeşim olduğu için onu kucağıma almak için sabırsızlanıyordum. Onu ilk gördüğümde anneme söylediklerim dün gibiydi.
"Anne, neden bu kadar küçük ve çirkin" ama bilemezdim zamanla bu kadar yakışıklı olacağını. Artık kardeşim vardı, başka çocuklarla oynamama gerek kalmamıştı onunla oynayabilecektim. Beraber büyüdük, okula gittiğimde bile eve dönmeyi beklerdim dört gözle.
Liseye geçtiğimde bir karar vermiştim. Kız meslek lisesinde okuyordum ve bölüm seçmem gerekiyordu. O an çocuk gelişimi okumaya karar verdim, kardeşim için, çocuklar için. Anlamıştım ki çocuklar benim için neşe kaynağıydı bu yüzden bu bölümü seçmiştim.
"Oy benim kınalı kuzum." Kardeşimin toprağına sarılmış, ağıtlar yakarak ağlayan anneme baktım. Başındaki başörtü omuzlarına düşmüş, aşık olduğum o güzel saçları ortaya çıkmıştı.
Kardeşimi kaybettiğimizden beri hiç dinmeyen gözyaşları bugün de dinmemiş, toprağı ıslatmıştı. Babam ile evliliklerinin temsili olan yüzüğünün olduğu eliyle toprağı sevdi.
"Doyamadım sana." Ağlamaktan boğuk çıkan sesi ile ağıtlar yakmaya devam etti. Saçlarının toprak olmasını umursamadan toprağa sarıldı, kardeşime sarılıyormuş gibi. Mezar taşını okşadı ve öptü. Mezar taşının üzerindeki yazıya baktım.
Ahmet Kandemir
D.2010- Ö.2016
Ruhuna El-FatihaBabam annemin daha da kötüleşmesini istemedi ve kolundan tutarak onu kaldırmaya çalıştı.
"Nalin yapma böyle, daha çok hasta olacaksın. Kalk haydi." Annem kalkmakta direnmedi. Babama baktım, ağlıyordu ama güçlü olması gerekiyordu. Hepimizden daha güçlü... Siyah saçlarına kardeşimden sonra aklar düşmüştü. O zamanlar saçlarında tek tük beyazlıklar vardı ama şimdi saçları bembeyaz olmuş, bir kaç tutam dışında siyah saç kalmamıştı. Mavi gözlerindeki canlılık o günden sonra solmuş, yerini sönük mavilere bırakmıştı.
Annemi sarıp sarmaladı ve güç bela mezarlığın çıkışına doğru yürüttü. Ayağa kalkıp bende arkalarından ilerledim. Elbisem toprağa oturduğum için kirlenmişti, aldırmadım. Ruhu kirlenmişti insanlığın, bir elbisenin kirlenmesinin ne önemi vardı ki. Mezarlıktan çıktık ve yavaş yavaş eve doğru yürüdük.
Köşeyi döndüğümüzde küçük tek katlı dışında sıvası dahi olmayan evimizi gördüm. Çok değil bir kaç adımda, tahtalı bahçe kapımıza ulaştım. Telden yaptığımız, kapının kilidini kaldırıp babamın geçmesi için yol verdim. Annemi tutarak bahçeye girdi.
Bu bahçede o kadar güzel anılarımız geçmişti ki. Her kış yazın hayalini, her yaz kışın hayalini kurardık Ahmet ile. Kar yağdığında kardan adam yapmak için camda bekler dururdu. Sabah olduğunda, heyecanla yanıma gelir bir an önce dışarıya çıkmak isterdi. Şen kahkahalarımız yankılandı kulaklarımda, gülen yüzü belirdi gözlerimin önünde. Kendime gelip daldığım o andan çıkmak için silkelendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zerde
Algemene fictie"Neden getirdin beni buraya?" Gitmek istedim. Arkamı dönüp ilerleyeceğim sırada eliyle bileğimi tuttu. "Yürü." Emir veren sesine rağmen o an bile dediğini yapabilirdim ama kendime engel olup yapmadım. Peşinden sürükledi beni. Elimle bileğimdeki eli...