Seoul, sakin yaşamı ile Kore'nin en fazla turist çeken yeriydi. Tabii, sakinden kastım şehrin tamamı değildi. Han Nehri gibi yerlerdi.
Güneş ufuk çizgisinde batarak kaybolmaya başlarken Han nehrine dalıp gitmiştim. Arkada çalan yavaş müzik telefonumdan yayılıp ufuk ve nehir ile büyük bir birliktelik sağlarken bunun keyfini sürebilmekten çok uzaktım.
Yunho'nun evine gittiğimiz vakit HongJoong'un bir anda üstüme saldırması ve benim Woo'nun tokadıyla uyandırılmamla birlikte kapı dışarı edilmemizin bir olduğu olaydan sonrasında kafamı toparlamam uzun sürmüştü. Wooyoung her ne kadar gelmekte ısrarcı olsa da son yaptığım ima ile Han nehrine gidip tek başıma takılmam gerektiğini anlamış ve gitmişti.
HongJoong olayı biraz aceleye getirilmişti. Woo'nun tokat atması ve sonradan benim bunu sürdürmem yüzünden dağılmış paramparça çıkmamız gereken kapıdan sakalaşarak çıkmıştık. Şimdi Woo olayı düşünüyor mudur bilemem ama şimdiden benim kafamı kurcalamaya başlamıştı.
Telefondaki müzik son bulup beni sonunda nehrin dalgalanarak akarken çıkardığı dinlendirici sesle baş başa bırakmıştı. İlerdeki köprüden minik ışıklar hâlinde arabalar evlerine varmak üzere yol alırken Han nehrinin çevresinde kalan tek kişi bendim. Daha birkaç hafta önce ailesi gitti diye birkaç saatini sudan çıkmış balık gibi geçiren ve sınav stresleri dışında işi olmayan Ben, hangi ara bu duruma gelmiştim kestirmekte zorlanıyordum.
Güneş iyice kaybolup yavaştan zifiri karanlığa kendini bırakmak üzereyken saate bakmak o an aklıma düştü. Buz tutmuş parmaklarımın hissini geri getirmek için hareket ettirirken bankın üstündeki telefonuma uzanıp açtığım ekrandan saate baktım.
Ekranda büsbüyük yazılmış 20.16 yazısını görmem ile bir an banktan fırladım. Donan vücudumun titremelerini artık üstümdekiler bile gizleyemez durumdayken kaptığım çantam ile hızla yola çıktım. Kimse kalmamıştı.
Tek bir şekilde yürüdüğüm yolda rüzgârı engellemek için başım aşağıda yürürken sokakta tek duyulan benim burun çekme seslerimdi.
Han nehri evime oldukça uzaktı. Açıkçası Seoul'ün çıkışında oturuyorduk ve doğduğum vakitten beri oradaydık. Wooyoung ile evlerimizin bulunduğu yerin yakınındaki korulukta tesadüfen karşılaşmış ve arkadaş olmuştuk. Gözden uzak ormanlık içinde kurulan en fazla iki katlı binalar her daim gözüme güzel gözükürdü ve büyüdüğüm vakitte bile değişmezliğini korumuştu. Aklıma gelen anılarla donmuş suratım bir an gülümsemek için hareketlendi.
Ilerlediğim kaldırımdan ara sokağa tam geçmiş ve yarılamıştım ki birbirine vuran birkaç teneke kutusu beni irkiltmiş ve yerimde durup arkama bakma ihtiyacı duymuştum. Yüreğim ağzımda tenekelerin bulunduğu yere baktığım vakit biri siyah diğeri kahverengi beyaz renkli iki kedi kavga ederken uzaklaştıklarını gördüm.
İçimdeki baskı kaybolurken rahatlamıştık hissi ile derin bir nefes alıp önüme döndüm. Karşımda simsiyah giyimli bir adam görmem ile eski baskı tekrar yerini daha ağır bir biçimde bulmuştu.
Beynim yaşadığım olayları hızla hatırlarken bu sefer çabuk davranmış ve arkamı dönüp ana caddeye çıkmak için tüm gücümle koşturmuştum. Ana cadde gözler önüne serilirken çıkışı bir anda beliren adamın kapatması ile geri durmuştum.
Önüme nasıl geçtiğini kestirmeye çalışırken aklıma aniden dolan "acaba iki kişiler mi?" Sorusuyla arkama dönme gafletinde bulunduğum için yediğim tekme ara sokağın ilerisine kadar yuvarlanmama sebep olmuştu.
Yüzüstü uzandığım yerden kalkmaya çalıştığım sokakta donuk ve soluk renkteki mavi gözler maske ve şapka arasından bana bakıyordu. Yanıma ulaşıp eğildiği an geri geri gitmek üzereydim ki elime değen keskin bir tahta parçası ile duraksamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEKROMANSİ § Seongsang
Fantasy- Etrafımda dolaşan ama göremediğin bu karanlık, beni yutmak üzereyken sen gelip çıkardın beni. Ve inan bana leylak kokulu hoş tenin, bana bir kez değdiği an 22 senedir aradığım ışığın aslında sen olduğunu o gün anladım. 11.04.2020 İlk En'ler 🔖p...