Dvadeset

276 48 134
                                    

Bu ve bundan sonraki bölüm uzun zamandır aklımda tasarladığım ve yazmaktan en çok zevk aldığım iki bölüm. Umarım siz de benim gibi zevk alırsınız:)

Gıcırtı ile aralanan kapının arkasında gördüğüm görüntü, beni uzun süreli şoka sokup durduğum yere çivilemeye yetip de artardı.

Nefeslerim bir anda hızlanırken oynaşan gölgeler arasında vücudu solup bir ölü gibi görünen Seonghwa'ya kilitlenmiştim. Nefes aldığını belirtecek göğsünün kalkıp inmesi yoktu. Göz kapakları titreşmiyordu. Öylece oynaşan gölgeler arasındaki tek aydınlık oydu.

"Seonghwa..." diye söze başlamayı düşünsem de kesik ve hızlı çıkan nefeslerim konuşmama izin vermiyordu. Fısıltıyla dudaklarım arasından tek firar etmeyi başaran bana bile yabancı gelen ismiydi.

Bir haftadır yoktu. Chan onu zorlanarak arabaya attığı vakitten bu yana görmemiştim. Chan bana sataşmamıştı Woo ve Jun'u yan yana görmemiştim. En önemlisi San Seonghwa'yı hatırlamıyordu...

Dışardan gelen gıcırtı seslerine karışan uğultu kuyruk sokumumdan yukarılara kadar arşınlayıp vücudumu kaplayacak ürpertinin habercisi olurken arkamdaki karanlıktan üstüme bir sey atlayacak korkusu yüzünden arkama dönüp bakamıyordum bile.

Koridor ve odayı ayıran küçük şeritten içeriye yavaşça adım attım. Gıcırdayan tahta döşemelerin arasından ayağımın ağırlığı ile yukarı uçan toza benzer parçacıklar havaya karışıp odayı daha da boğuk hâle getirirken titrekçe attığım bir diğer adım ile tamamen içeriye girdim. Kapının dibinde Seonghwa'ya odaklı bakışlarımı kısa süreliğine çevirdiğim vakit bazı gölgelerin hareketi kesip bana baktığını hissettim. Odanın ortasında durdum ve ortaya çıkan sarımsı kızılımsı parıltılar ile parlayan gözler vücudumu daha da titretirken arkamdan gıcırtılar eşliğinde yükselen sesleri es geçmeye çalıştım.

"Yeosang!"

Odanın ortasında sıçrayarak arkama döndüğüm vakit korku dolu gözlerle göğsü hızla inip kalkarken Chan'ın bana baktığını gördüm. Buz mavisi gözleri ilk kez gördüğüm büyük bir korku ile titrerken elini bana doğru kapı eşiğini geçmeyecek şekilde uzattı. "Lütfen odadan çık. Bu çok tehlikeli."

Vücudumu döndürmeden arkama başımı çevirdim ve geri döndüm. "Seonghwa ölmüş..." boğazıma oturan yumruyu yok etmek için yutkundum. Daha kısık sesle dehşete düşmüş şekilde devam ettim. "Ve siz bunu biliyordunuz. Fakat sakladınız."

"Yeosang, lütfen bana güven. Girdiğin oda fanileri bırak bizler için bile tehlikeli bir yer. Burayı bulmanın imkânsız olması gerekiyordu." Parmaklarını hareket ettirirken telaştan kuruyan dudaklarını ıslattı. Israrla beni çıkarmaya çalışırken hissettiği korku vücudunu titretiyordu. "Seonghwa ölmedi. Bilmediğin durumlar var. Vaktinden önce uyanırsa-"

"Hep bu zırvalıklar hakkında konuşuyorsunuz!" Diye bağırmamla şok içinde sustu. "Seonghwa da sen de Jun da sürekli bunları söylüyorsunuz! Wooyoung bile bana bunları söylüyor! Kendimi sizin yüzünüzden aptal gibi hissediyorum. Hayatıma girdiğiniz andan beri başım paranormal olaylardan kurtulmuyor bile!"

Chan gözlerini kısa süreliğine kapatıp derin bir nefes alıp verdi. "Özür dilerim. Seni bu şekilde hissettirmek istemiyorduk. Amacımız değildi." Odanın ilerisine göz attı. "Yeosang şu an çok öfkeli olduğun için durumun ciddiyetinin farkında değilsin. Oda normal bir oda değil..." dilini ısırıp sustu ve koridorda gözleri gezinse de fikrini değiştirmiş şekilde devam etti. "Odada potansiyeli yüksek kötü bir sinerji var, Yeosang. Bizler bile Seonghwa bu uykuya yattıktan sonra kolay kolay giremeyiz çünkü elinde tuttuğu tüm her şeyin kontrolünü salıyor. Sen bir fanisin. Senin için bin kat daha tehlikeli."

NEKROMANSİ § SeongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin