8| Teşekkür ederim...
"Yanılıyorsun." Ona sarılmadan sadece kolları arasında durdum öylece.
"Sen hiçbir zaman benim kadar yalnız olamazsın. Benim kadar karanlığa gömülmüş olamazsın. Dışarıda kalmaktan, saraydan atılmaktan, uyuyakalmaktan korkmamışsındır. Senin yalnızlığın benimki gibi değil. Benim kitap arkadaşlarım, bir oyuncağım, bedenim dışında herhangi bir varlığım bile yok. Bana ait olan tek şey bu kolye. Benim anlam yükleyebileceğim hiçbir şey yok. Benimseyip yalnızlığımı dindirebileceğim hiçbir şey." Konuşurken insanların beni duymaması ve konuştuğumu görmemeleri adına kulağına fısıldadım. Her an biri çıkacak diye aklım çıkıyordu üstelik.
"Hayatın oldukça güzel, sahiden. Kocaman bir ülkeye sahipsin, ölmüş bile olsalar aile sevgisi tattın, peşinde pervane onlarca kişi. İstediğine sinirlen, yık. Evlenmek istediğin kişi seninle evlenmek zorunda olsun. Ne güzel. Hayatımda çektiğim hiçbir şeye karşılık bile veremedim. Konuşup üstüme iftira attıklarında onları yalanlayamadım. Bunlar ne büyük nimet biliyor musunki sen? Tabiki hayır." İç çekerek kolları arasından çıktım.
"Sadece sesimi sana duyurabiliyorum. Yıllardır biriken öfkemi sadece sana akıtabiliyorum. Ne bekliyorsun benden? Sevgi dolu olup hayata dair umudumun olmasını mı? Tek beklentim benimle bir an önce işinin bitmesi ve birinin gelip canımı alması. Benim kendimi öldürmeye gücüm yetmiyor." Çenemden kavrayıp bakışlarımı yüzüne çıkarttı. Eli bu sefer kaçamayacağım kadar sıkı bir halde belime sarıldı.
"Artık yalnız olmayacaksın. Ama unutmaki, beni hiç tanımıyorsun. Hayatıma dair tek bilgin adım. Harika bir hayatım olmadı benim. Evet senin kadar zor değildi ama emin ol kolayda değildi. Bu yüzden ölmeye değil, bizi kurtarmaya bak. Çünkü ecelin gelene dek, benimlesin." Kendisi ata binip tek hamlede beni önüne aldığında kocaman olan etek olası senaryoların önüne geçmişti. Sadece bir iki santim yükselmişti. Bacaklarımı yanlara sallandırıp atın beyaz yelesinde tekrar ellerimi gezdirdim. Tam arkamda, bedenime yapışık olan bedeni belimin hemen yanından geçen iki eliyle yuları kavramıştı.
Birkaç komut sonunda at tıkır tıkır ilerlemeye başladığında heyecanla eteğimin kumaşını sıktım. Nereye tutunmam gerektiğini bile bilmiyordum. Tek eliyle sıkı sıkı yuları tutarken diğer eliyle ellerimi tutup yulara getirmişti. Sımsıkı kavradım avuçlarım arasındaki sert maddeyi. Jungkook ellerim üstünden yuları kavramıştı. Bir nevi beraber atı yönlendiriyorduk.
"Tam şu anda ecelim gelse, ne yaparsın?" Derimi delip geçen bir madde hissettiğimde çığlık attım. Telaş, her yanımdaydı. Ellerim ellerinden kurtulmuş, bedenim göğsüne yalpalanmıştı.
"Sonunda." Sıcacık sıvı kolumdan aşağı hızla süzülürken atın şaha kalktığını ve olanca güçlü sesiyle Kral'ın adımı haykırdığını duymuştum. Bedenim kendi kollarının arasında attan hızla inmiş, kararmaya başlayan bakışlarımla son defa yüzüne bakmıştım.
Benim zapzayıf bünyem kaldıramadı gerisini. Gözlerim telaşla birbirine kavuşurken bir daha açılmamasını isteyerek sımsıkı yumdum.
Jeon Jungkook
Bağırıyordum, şu an yapabileceğim daha mantıklı şeyler varken ve hekimin odasına giderken tüm gücümle bağırıyordum. Hızlı adımlarım muhtemelen yanlış isabetten ötürü kalbini sıyırıp sol koluna saplanmış zehirli ok yüzünden bayılmış Taehyung'u götürüyordu.
Onu yetiştirdiğimde hızla başına üşüşen hekimler önce oku çıkartıp zehrini temizlemekle ilgilendiler. Ağır bir zehirse eğer, dayanamazdı Taehyung. Bünyesi kaldıramazdı. Bunu biliyordum ve en çok bu beni korkutuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
king of taehyung's || taekook
Fanfiction[Bazı bölümler şiddet ve argo konuşma içermektedir. Karakterin birkaç bölüm şiddete meyli vardır. Ayrıca belirlenmemiş psikolojik rahatsızlığı bulunmaktadır.] [Tüm karakterler gerçekte nasılsa aynı cinsiyette yazılmıştır. İlk birkaç bölüm anlaşılmas...