3| Tatsız kaza...

5.7K 560 446
                                    

3| Tatsız kaza...

Sabah boş odada son bir günde olanları düşünüyordum. Güneş çoktan tepeye ulaşmış, sızlayan bedenim dinleniyordu. İki yorgandan oluşan yatağım yerine şu an kaz tüzü yastıklar, yorganlar arasındaydım. Bedenim yatağa taşınmış, saçlarım başka bir havluyla yeniden sarılmıştı. Kral'ın beni sevmediğinden emindim. O halde bu dengesiz tavırları, özellikle iyi hali, neyin nesiydi? Hiç tanımadığı birine neden böylesine yakın yahut uzaktı? Bilmiyordum. Başımı ağrıtıyordu tüm bunlar, bedenimi yoruyordu. Ki zaten çok yorgundum ben, bir ayağım mezarda gibi hissederken hayat niye beni yormayı bırakmıyordu?

İç çekerek üstümdeki yorganı sıyırdım. Çoğu kişi beni konuşamıyor sanıyordu. Kimseyle gidip konuşamazdım, bu yüzden odadan çıkmak en saçma hareket olurdu. Sessizce etrafı toparlayıp gelene kadar beklemem en iyisiydi.

Banyo da elimi yüzümü yıkarken, hizmetli yatakhanesinden büyük olan bu odayı inceliyordum. Kocaman ama çok derin olmayan bir havuz banyonun ortasındaydı. Muslukların, dolapların olduğu yer daha geniş bir aralığa sahipti havuzdan. Musluğun olduğu duvar harici kalan üç duvar havuzun başlangıç hizasına kadar hamam olarak tasarlanmıştı.

Sıyırdığım kollarımı ve yüzümü güzelce yıkadıktan sonra havluyla kurulamıştım. Gözlerim aynadaki dağılmış görüntüme kaymıştı. Dağınık saçlarımı bulduğum çubukla ensemden bir topuz yaparken kahküllerimi ellerimle düzelttim. Esmer tenim şu an sadece güneş ışığı alan banyo yüzünden daha da koyu görünüyordu. Zayıflıktan kırılacakmış gibi gözüken el bileklerime indirdim bakışlarımı. Çıkık kemiklerim bana bile batıyordu. İnce ellerime ve düzgün tırnaklarıma şükrettim. En azından ellerim bakılabilir gözüküyordu tüm bedenime kıyasla. Güzel değillerdi; yara izleri, çoğu cam kesiği olduğundan, geçmemişti. Birkaç yanık minik minik kollarıma yerleşmişti. Kaynar sudan dolayıydı bunlarda. Dikkatli bakılmadığında belli bile olmasada ben orda olduğunu biliyordum. Kollarımdaki yeşil, mor tonlardaki morlukların sayısı da bir hayli fazlaydı. Esmer tenim narindi, yaralarını kolay kolay unutmuyordu. Kalbime benziyordu. Ne olmayan ailemi unutmuştum, ne de konuşamadığımı sanıp benimle dalga geçen insanları...

Kendimi saatlerce izlesemde güzelleşmeyeceğimi bildiğimden banyodan çıktım. Dolaptaki kıyafetlerden herhangi birini alıp giyinmek için olan kabine ilerledim. İçerideki askıya geceliklerimi asıp giyeceğim kıyafeti hazırlarken bir anda kapının açılmasıyla ürkerek kabine yapıştım kapıya bakan tarafı kapalı olsada banyo tarafı açıktı. Eğer gelen Jungkook değilse konuşamayacağımı bildiğimden hızlıca kıyafeti giymeye çalıştım. Oysa, oysa bu çok farklı bir şeydi? Nasıl giyecektim ki ben bunu? Hanboka benzemiyordu bile... Elimi çıkardığım geceliklere atıp çıkardığım kıyafetin üstünü üstüme geçirdim.

"Taehyung, neredesin? Öğle yemeği vakti." Sonunda tanıdık sesi duyduğumda rahat bir nefes verip kabine benzer kısımdan başımı uzatmıştım. O sırada onun bizim kıyafetlerimizden daha aykırı görüntüsünü görmüştüm. Nefesimi tutarak doğrulup kabine geri saklandım. 1826 yılının Kore'sinden çok uzaktı bunlar... Oysa dün ne güzel hanbok giymiştik ve gayette rahattık.

"Ben bu kıyafeti nasıl giyeceğim? Hanbok giyemez miyim?" İç çekerek onaylamaz mırıltılar bırakmıştı. Adım seslerinin yaklaştığını duyduğumda kalça altımda biten geceliğin üstüne güvensemde giyeceğim kıyafetin arkasına saklandım.

"Hayır Taehyung, biz modern olarak halkımıza örnek olmalıyız. Batı artık bunları giyiyor. Biz geç bile kaldık. Senin için özel olarak tasarlattım bunları. Çok özel insanların, çok özel kıyafetleri bunlar. Kıyafetini bana gösterirsen sana nasıl giyeceğini anlatacağım. Tabi bir yerde yardım alman gerekecek." Dedikleri hoşuma gitmemişti, ben geleneğimle mutluydum oysa... Ne diye batıyı takip etmek zorunda olalım ki? Hem o giydiği üst hiçte güzel değildi.

king of taehyung's || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin