• On Beşinci Bölüm •

16.5K 1.1K 214
                                    

Aslan

Başımı koltukta geriye doğru yaslayıp gözlerimi kapattım. Eylül'ün huzur dolu varlığını, temasından yoksun olan kısımlarımda bile hissediyordum. Bu anı defalarca hayal etmiştim. Onu omuzumda yatırmayı hatta orada uyuyakalmasını ancak hiçbir hayal şu an hissettiklerimle yarışamazdı. Geçmişte çok kez omuzumda yatmıştı. Bu tamamen farklı bir meseleydi. Zaten benim özlediğim, istediğim de o yakınlığımızdı. En çok bunu kaybetmek acıtmıştı canımı.

Zihnimi kurcalayan birkaç anı gülümsememe sebep olurken en parlak olan ana odaklanıp hatırlamaya çalıştım.

"Sessiz ol," dedi Pars. Kucağında, biraz önce annemin eline tutuşturduğu soyulmuş patates dolu pembe, plastik bir kap vardı. Elinde tuttuğu bıçakla dizimde uyumakta olan Eylül'ü işaret etti. "Uyanacak."

"Kesinlikle," dedi Çınar. Karşımdaki koltukta oturuyor ve elindeki oyun koluna tuhaf bakışlar atıyordu. "Bu bozuk."

"Dün akşam sen onu duvara fırlatmadan önce bozuk değildi."

Pars'ın ağzında gevelediklerine karşılık Çınar, diğer oyun kolunu aldı ve sessizliğini korumaya devam etti.

"Ben Eylül'ü yukarı çıkarayım," diyerek başını destekleyip kalktım ve başını koltuğa bıraktım. Kızıl saçlarının avuçlarımda bıraktığı sevimli hisse odaklanmamaya gayret gösterdim.

"Tamam. Ben de şu patatesleri Selda teyzeye götüreyim."

"Doğradın mı hepsini?" diye sorduğum sırada kaba göz ucuyla baktım ve Pars'ın patateslerle bir savaş çıkardığını gördüm. "Doğramaz olaydın Pars, bu ne?"

"Eylül Hanım uyumak yerine patatesleri doğrasaydı böyle olmazdı. Sonuçta annen bu görevi ona devretmeliydi. Neden ben?"

"Her neyse," diyerek Eylül'ü yavaşça kucağıma aldım.

Son zamanlarda kilo almıştı ve bu hoşuma gidiyordu. Yemek yemediği zaman çok canım sıkılıyordu. Eylül'ün yemeklerle bir sorunu vardı, bunu biliyordum. Yetimhanede geçirdiği süreçten hiç bahsetmek istemese de zor zamanlar geçirdiğini biliyordum. Eylül, Defne ve Eva davranış konusunda birbirinin kopyası gibiydiler. Yemek yerken hep bir tedirginlikleri vardı. Kim bilir neler yaşamışlardı?

Onu kucağımda taşımaya devam ederek yukarıya çıkardım. Göğsüme dayanan yüzü ve büzüşen dudaklarıyla sen derece sevimli bir görüntüsü vardı. Gülümsemekten alıkoyamadım kendimi. Eylül her şeyiyle öylesine... Güzel? Sevimli? Şahane? Seyirlik? Bilemiyordum. Eylül her şeyiyle çok fazlaydı işte. İyi anlamda tabii.

Çınar ve Pars'ın onu bu şekilde görmediklerini biliyordum. Ona kimse benim gözümden bakamazdı. Bakmamalıydı. Ondaki kusursuzluğu başkaları keşfedecek diye aklım çıkarken buna katlanamazdım zaten.

Odama girdiğimizde Eylül'ü yavaşça yatağımın üzerine bıraktım. Tam uzaklaşacakken, "Prenses gibi hissettiriyorsun," dedi uyku mahmuru sesiyle. "Gerçi bir prenses nasıl hisseder bilmiyorum ama."

Gülümseyerek yanına oturdum. "Uyuyorsun sanıyordum."

"Evet uyuyordum ancak buraya kadar taşınma keyfinden mahrum bırakmak istemedim kendimi."

Hâlâ kapalı olan göz kapaklarına bakarak konuştum. "Uyumaya devam et."

Gözlerini açtı. "Dizin çok rahattı ve sen rahatımı bozdun. Bu yüzden uykuya dalmama yardımcı ol."

Merakla kaşlarımı kaldırdım. "Nasıl?"

"Göğsün çok rahat görünüyor."

Bir süre ona baktıktan sonra, "Yer aç bakalım," dedim.

Kızıl GüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin