3- Sincéra'yı Merak Etmek

186 44 33
                                    

Çocuk elindeki boş kaseyle beraber Hoseok'a donakalmış bir şekilde bakıyordu. Bu durumdayken gözbebeklerinin yok olacak kadar küçüldüğünü görmeden yemin edebilirim.

Hoseok ona "Korkma, ben de senin gibi bir çocuğum. Gerçekten, bak." dedi. Çocuk "Kafandakini çıkar." deyince, Hoseok biraz duraksadı. Evet, meraklıydı, ama titizdi Hoseok. Bu yüzden o kaskı ölse çıkarmazdı, bize bu havanın toksin taşıyabileceği söylendiği andan itibaren o kaskı takmak ona farzdı.

Onun yerine ben Hoseok'un arkasından çıkıp kaskımı çıkardım. Nefesimi tutuyordum. Hoseok da arkamda bana küfrediyordur herhalde, Tanrı bilir.

Çocuk elimdekini de bırakmamı söyledi. Silahımı da yere attım ve şimdi üzerimdeki ona tuhaf gelebilecek giysi haricinde aynıydık.

Yine de çocuk korkuyordu.

"Niye buraya geldiniz?" "Burası, yaşamaya uygun bir yer değil, yine de büyüklerimiz seni uçağımızdan gördüler ve burada ne olduğuna bakmak için ormana girdiler." Hoseok devam etti "Bizimle insanların yanına gelmelisin." Kolunu dürttüm. Nereden çıkıyordu bu şimdi?! Hoseok beni takmadı ve konuşmaya devam etti "Burada hastalanıp ölürsün. Burada o kadar çok mikrop vardır ki." Çocuk diretti "Ben mikrop gibi bir şey göremiyorum. Orman kirli olur mu?" 

Hoseok onu dinlemiyor ve çağrı cihazını kullanıyordu. Çocuk irkildi. "Ne yapıyor?!" Ona biraz daha yaklaştım, biraz beni süzmesine ve güven telkin edip etmediğime karar vermesini bekledim. Gözleri üzerimde gezinirken sadece gözlerine baktım. Daha sakince sordu "Ne yapıyor?" "Büyüklerimize haber veriyor. Endişelenme." 

Çocuk arkasına baktı. Sonra bana döndü "Dadı ve rahiplere sormam lazım." "Başka insanlar da mı var?" "Başkaları var, evet... Onlara sormam lazım." Konuşması çok temiz değildi. Bazı sesleri yutuyordu. Bunu uzun zamandır birileriyle konuşmuyor olmasına yordum. Hoseok'a gelmesini işaret ettim ve çocuğu takip etmeye başladım. Birkaç metre sonra, ayağım düzgün bir zemine bastı. Burası insan yapımı gibiydi. Çocuk arkasına bakıp bizi kontrol etti, sonra ağaç gövdelerinin arasında bir yerde duran, kısa boylu (bilemiyorum, 50 60 cm kadar olsa gerek) dört heykelin yanına gitti. Hoseok durdu, "Namjoon, bu çocuk hasta." "Görüyorum." 

Çocuk heykellerle konuşuyordu.

Heykeller değil, sadece çocuk konuşuyordu.

Bir ara bize dönüp baktı, sonra ciddi ciddi bir şeyler anlatmaya devam etti heykellere. Biraz bekledi, başını salladı. Sonra koşarak başka bir heykelin yanına gitti. Bu heykel köylü bir kadındı. Ona daha samimiyetle anlatmaya başladı. Heykelin elini tuttu ve yanağını öptü. 

Hoseok öylece bakıyordu. Ben ağlamak üzereydim. Bunun tek bir açıklaması vardı.

Bu çocuk çok yalnızdı.

Çocuk dönüp "Dadı adınızı soruyor." dedi. Hoseok çatlayan bir sesle adını söylemeyi kabul etti. Ben de söyledim peşinden. Çocuk biraz daha şey konuştu dadıyla. Sonra yanımıza geldi. "Nereye gideceksiniz?" Sorduğu soruyu yanıtlamamız biraz zaman aldı, az önce gördüğümüz manzaranın etkisinden çıkamamıştık. "Evimize, şehre." "İnsanlar var mı?" "Var... çok var." "Buranın yakınlarında, tellerle çevrili bir yer var. Oranın içinde de insanlar var. Ama çok korkunçlar, hiçbir şey hissetmiyorlar, birbirlerini sevmiyorlar... güvenmiyorlar..."

Evrilmiş insan kampından bahsediyordu.

"Adın var mı senin?" diye sordu Hoseok. "Yoongi. Ama Miço bana Sincéra diyor." 

Sincéra, latincede 'gerçek' demektir.

"Miço kim?" "Tek arkadaşım. Eğer sizinle geleceksem, o da gelecek. Yoksa ben de gelmem." "O da heykel mi?" "Heykel mi?" güldü "Ne heykeli?" 

Sculptures " namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin