Kabus gibiydi.
Yoongi insanlarla konuşmayı bıraktı. Gülmeyi bıraktı. Ağlamayı bıraktı. Okumayı bıraktı.
Beni bıraktı.
Hoseok onu neşelendirmeye çalışıyordu. Bari tepki versin diye sinir olacağı şeyler yapıyordu. Yoongi mimiksizce suratımıza bakıyordu birkaç saniye, sonra yine eski haline dönüyordu.
Kopuyordu, uzaklaşıyordu.
Ben ona söz vermiş olsam da, anlattıklarım onu korkutuyordu. Bir gün aniden birileri gelecek ve 'sen bizden değilsin' deyip onu öldürecekler sanıyordu. Bir dakika bile uyumuyordu.
Yazıyordu, bitkilerine bakıyordu, sonra oturup saatlerce dışarıyı izliyordu. Her kapı çaldığında onun için geldiler zannedip korkuyordu.
Oysaki her kapı çaldığında ben gelmiş oluyordum.
Beni gördüğüne sevinmiyordu.
Bu hali iki yıl sürdü. İki yıl boyunca stres içinde yaşadı. Bazı günler yataktan çıkmadı. Bazen oturduğu yerden kalkmadı. Bazen kendini oturma odasına kilitledi, güvende hissedene kadar gözyaşı döktü, ben de kapısında bekledim.
Yaşamaya çalışmıyordu, istemiyordu. Hastalığı ilerliyordu. "İlerlesin." diyordu. Korku içinde yaşamaktansa, ölmek istiyordu. Ama istediği şey buydu, doğru anladığımda beynimi bir havanda ezdiler sanki. Öldürülmek değil, ölmek istiyordu.
Bahçeye çıkıyor, incecik bir hırka geçiriyordu üstüne. İki kanadını ellerinin içine alıp sıkıca sarılıyordu kendine. Öylece yürüyordu ikindileri. Güneş gidene kadar, gurup bitene kadar. Bazen yanına gidiyordum, çekine çekine kolumu beline doluyordum beraber yürürken. Çocuk değildik artık, birbirimizin farkındaydık. Henüz hiç öpmemiştim onu, 18. doğum gününde yanağıma üstünkörü koyverdiği küçücük olan öpücüğünü saymıyordum. Daha fazlası olsun istiyordum. Tam anlamıyla ne kadar sevdiğimi görmesini, fiziki olarak hissetmesini istiyordum. Belki böylece eskisi gibi olurduk, uzaklaşmazdı benden.
Yürürken bir kolumun ucundaki elim onu bana yakın tutuyordu, diğer kolumun ucundaki elimse kendi tırnaklarını yoluyordu o görmeden. Yoongi bana bakmıyordu, hep uzaklara bakıyordu, hep gurup rengine, hep güneşin batıp gittiği yere. Hep paletteki en sıcak renge. O renk gidince, kolumdan sıyrılıyor, odasına gidiyordu tek kelime etmeksizin.
Sonra uyumayı denemek üzere ışıkları kapatıp yatana kadar yatakta oturuyor, örtüyü yine karnına kadar çekip dizlerinin üstüne koyduğu defterine günlük karalıyordu. Benden hiç silgi istemezdi. Yanlışlarını karalardı. Ama ona sakladığım her şeyi itiraf ettiğim günden sonra yeni bir alışkanlık kazandı: Yanlış yazdığında, sayfaları yırttı. Buruşturdu. Çöpe attı.
Üstünü çizerek kapatamayacağı yanlışlar yaptığını düşünüyordu.
Yatağını gören geniş koridor penceresinin önüne bekleme koltuklarından birini çektim. Orada aylarca oturdum ve elimden sadece onun bir kuş tüyü gibi uçup gitmesini, ya da belki bir kaya gibi yuvarlanarak düşmesini izlemek geldi. Evet hala Riordan ve Hoseok'la beraber bir sürü iş yapıyordum, artık gerçekten çok güçlüydük elimizdeki bilgilerden dolayı, yapmamız gereken tek şey bizim tarafımızda duracak insan sayısını arttırmaktı, bu 'asiliği' insanlara yaymaktı. Ama hayır, Yoongi'nin beyninin içinde dönen hiçbir endişeyi, hiçbir hayal kırıklığını, hiçbir çaresizliği ve hiçbir korkuyu oradan çekip çıkaramıyordum.
O bu durumdayken, söylesenize, neye yarayacaktı ki?
Bir gün yine o koltuklara oturup göğsüm sıkışa sıkışa onun yazıp yazıp buruşturup attığı kağıtları izlerken, arkamdan onlarca insan geçiyordu. Saatler geçti, insan sayısı ona düştü, sonra beşe, bir, iki... Kimse kalmayana kadar oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sculptures " namgi
Fanfiction2320 / insanların yanı günlüğüm bitti. ağlama, doktor. çok savaştın. boşluğuma iyi bak. boşluğumu doldurma. boşluğumun hayalini kur ve onu yaşat. hoşçakal. [past, present & future perfect series / future ver.]