Dinmeyen yağmur Konstantinopolis'i olduğu gibi Prinkopos'u esir almıştı. Adadaki son esirin bundan haberi yoktu ama yağmur tutsaklığı onun tutsaklığı kadar korkunçtu. Yaklaşık bir gün önce çok kısa bir süre ara veren yağmur yeniden başladığı andan itibaren durmamaya yemin etmiş gibi sürekli yağmış ve adalıların Konstantinopolis halkı gibi evlerinden dışarı çıkmasına izin vermemişti. Sonbaharın bu hızlı gelişi toprakların girmiş olduğu kışa bir gönderme yapar gibi, onun için ağlar gibiydi. Ağlamak bir çözüm olmadığı gibi görünürde de bir çözüm yolu yoktu. Anadolu'da toplanmaya çalışan bir grup vatanseverin ne yapabileceğini kimse bilmiyordu ama yine de onlardan umudu olan çok küçük bir kesim vardı. Adada bulunan hiç kimsenin ise onların çalışmalarına karşı küçük bir ümidi yoktu. Onlar zaten çok uzun yüzyıllardır esir olmaya alışmıştı. Osmanlı ya da bir başkasının gardiyanı olmasına karşı bir istekleri yoktu. Sadece huzur içinde yaşamak istiyorlardı. Savaşa ya da birilerinin toprakları üzerinde hak iddia etmeye inanmıyorlar, bu kavramlardan açıkça nefret edip kendi hayatlarını bu savaş şartları altında idame ettirmeye çalışıyorlardı.
Savaşın içinde kimse mutlu değildi ama adadakiler anakaradan uzak olmanın sayesinde daha büyük acılar çekmekten uzaktılar. Zaten hep acı içindeydiler ve bu savaşın onlara uzak kalması tek istedikleriydi. Kendi halinde yaşayan adalılar için en büyük sorun anakarada olan olaylardan ötürü oraya vardıklarında ihtiyaçlarını bulamamaktı. Savaştan yeni çıkmış, her gün yeni bir toprak parçası işgal edilen, parçalanan Osmanlı'nın sınırları içinde tüm sevkiyatlar neredeyse durmuştu. Sebze, meyve gibi en temel ihtiyaçlar en zor şartlarda başkente geliyor ve gelen az sayıda malda çok yüksek meblağlara satılıyordu. Sarayda bile erzak sıkıntısı çekildiğini söyleyenler vardı ve bu durumda adalıların bir şeyler bulabilmesi daha da zorlaşıyordu. İngiliz askerlerinin şehre gelmesinden sonra Ada halkı için şans yüzünü biraz da olsa kendini göstermiş ve ihtiyaçlarını bulabilir hale gelmişlerdi. Adalılara bu iltimasın tek bir nedeni vardı. Yapılan bu ayrıcalığın doğal olarak nedeni Prens ve ailesiydi. Neredeyse tüm ailenin bir faciaya kurban gitmesinden sonra ada halkı için nasıl günlerin geleceği belirsizdi. İngilizlerin bir birliğinin Prens Andronikos'u korumak için geleceği dedikoduları vardı ama prensin kişiliği düşünüldüğünde işgalci pozisyondaki bir devletin askerlerinin kendisini korumasını kabul etmesi neredeyse imkânsızdı. Bir ülkenin topraklarına zorla giren tüm devletlerden, onların askerlerinden nefret eden biri olarak bu dedikodu pek gerçekçi ve akla yatkın görünmüyordu.
Bozulan planlardan ve yaşanan faciadan sonra hem İngilizler hem de Osmanlı, Ada'da ne yaşanacağını tam kestiremediğinden kararlarını uygulamak için ağır hareket etme kararı almış fakat her iki tarafta karşı tarafın önce davranmasından korkmaktaydı. Prense ulaşacak olan ilk tarafın avantajlı olacağının bilincinde olarak çabucak Ada'ya çıkmak ve Prens ile bir sonuca ulaşmak istiyorlardı. İngilizler hala Rusya'nın başına Bizans Hanedan üyelerinden biri olarak Andronikos'u getirmek istiyordu. Onu kendi istekleri doğrultusunda yönlendirerek daha da avantajlı bir konuma geçebileceklerdi. Fakat haberleri olmayan bir durum söz konusu olmuştu. Artık Osmanlı da Prens Andronikos'un Rusya'nın başına geçmesini ve kendileriyle ittifak yapmasını istiyordu. Rusya'da sağlanacak düzen sonrası kendileriyle beraber savaşması karşılığında son Bizans Prensi'ne bir taht ve taç vermeyi planlıyorlardı. Kurtuluş ümitlerini dışarıda aramaktan vazgeçmiş ve yüzyıllardır kendi içlerinde yaşayan bir hanedandan umacak hale gelmişlerdi. İşlerinin zorluğunun farkında, durumun aciliyeti nedeniyle herkes tedirgin bir haldeydi.
Adanın karşısında birbirine düşman güçler benzer planların peşindeyken Ada'da yağmur durmamacasına yağıyordu. Maria'nın küçük otelinde her zaman olan koşuşturmaca devam ederken her zamankinden farklı olarak odalardan birinde neredeyse bir günden uzun süredir uyumakta olan bir misafir vardı. Onu otele getiren kişi ise onun durumunu düşünmekten çok uzakta, kendi derdiyle meşguldü. Anastasia sabahtan beri her gün yaptığı işlerini bir hayalet gibi sürdürüyordu. Her gün olan neşesinden geriye hiçbir şey kalmamış gibiydi. Sanki biri onun yerine ona çok benzeyen mutsuz bir kızı bırakıp gitmişti. Maria'da bunu fark etmişti ama gerçek nedenini anlayamamıştı. Getirdiği misafirden dolayı böyle bir halde olabileceğini düşünmüştü. Ama asıl gerçek sorun kıza her zaman eza eden bir kişinin artık dayanılmaz noktaya gelen işkencelerinden bir diğerini yapmış olabileceği aklına gelecek en son şey bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORİENT PALAS
Historical FictionBaşka bir ihtimalin hikayesi... İstanbul'un Fethi esnasında Bizans İmparatoru ölmeseydi ve Fatih Sultan Mehmet onu ve tüm ailesini Prinkopo'ya hapsetseydi ne olurdu?