Prinkopos(Büyükada), Haziran 1987
Güneşin bunaltıcı sıcağıyla uğraşırken üzerine yapışan kıyafetlerden rahatsız olan Anastasia son kez büyükannesine baktı. Geçen yıl büyükbabasının ölümünden sonra yüzü hiç gülmemiş olan kadının farklı göründüğünü düşündü. Huzurlu ve mutlu görünen yaşlı kadını anılarıyla yalnız bırakma konusundan kararlı olarak hala gelmeyen adamı karşılamak için son kez demir kapıya doğru adımladı. Zamanlama konusunda sorun yaşayan insanları çevresinde bulundurmaktan hoşlanmadığı için bu adamla çalışmayı iptal etmeyi aklından geçirse de daha fazla zaman kaybetmek istemediğinden sabredebileceğini düşündü. Bugün daha hiçbir şey net olmadığından ve geç kalmasının istisnai bir durum olup olmadığını bilmeden fevri bir karar vermemeliydi. Bir an önce çalışmanın başlaması gerekiyordu. Bu uğurda kendi ilkelerinden taviz vermesi gerekse bile bunu yapmalıydı.
Anastasia ailesinin geçmişinde çok büyük önemi olan binanın haklarının satışa çıktığını öğrendiği gün bir an bile düşünmeden avukatları aracılığıyla teklif verip sonuna kadar savaşarak onu almayı başarmıştı. Geçmişte unutulmaya terk edilen binayı yeniden canlı bir hale getirmek için elinden gelen her şeyi yapmaya kararlıydı. Burada yeniden bir hayatın olabilmesi için savaşmaktan çekinmeyecekti. Ancak öncesinde yenilemesinin ve tamiratının yapılması gerekiyordu. Güçlendirilmezse hızla yok olacağını biliyordu. İyi bir çalışma sonrası eskisi kadar sağlam, hatta daha iyi hale geleceğinden şüphesi yoktu. Fakat ona bu işte yardım etmesi için asistanının bulduğu en iyi adam gelmeyecek gibi görünüyordu. Zamanlaması bu kadar kötü olan bir adamın işinde nasıl en iyilerden biri olduğunu anlamakta zorlanıyordu.
İyiden iyiye sinirlenmeye başlayan Anastasia, beklemekten yorulup büyükannesinin yanına dönmeye karar verdiğinde gelen bir adam gördü. Onun bu gelen olmasını umut ederek biraz daha beklemeye karar verdi. Her adımda yaklaşan adamın uzaktan görünüşünün birini andırdığını düşündü. Tam olduğundan emin olamamasına rağmen en sonunda aralarında çok az bir mesafe kaldığında onun babasına benzediğine kanaat getirdi. Gençlik fotoğraflarına ne kadar benzese de onun gibi kimse olamayacaktı. Doldurulması öyle büyük bir boşluk yaratmış ve gidişi öyle canını yakmıştı ki bunu düzeltebilecek hiçbir şey yoktu. Annesiyle babasının bir nesil sonra bir gemi kazasının daha kurbanı olmasını unutamıyordu. Bu yaşananın ne anne ne de babasının suçu olmadığını biliyor olsa da o gün yanında kalmalarını istediği halde ikisinin gitme konusunda ısrar etmesini engelleyememişti. Ve bir daha da dönememişlerdi. Beş koca yıl onlarsız geçmiş, sonrasında dedesi de onu bırakmıştı.
Anastasia bir an gözünü adamdan ayırıp büyükannesine baktığında onunda kendisine dönmüş olduğunu gördü. Gölgede ağaçların sesini dinlemeyi bırakmayacak gibi görünüyordu. Onun yerinde olabilmeyi isterdi. Şu an için onunla beraber keyif yapamasa da bu otel bir gün tamamlanacaktı. O günden itibaren hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece onunla zaman geçirip aynı hikâyeleri yine ve yeniden tekrar dinleyecekti. Ondan öğrenmesi gereken daha çok şey vardı ve zaman kaybedemezdi. Babasından kalan tek emaneti yalnızlığa terk edemezdi. Ki onlar hayatta olsaydı da onun yanında zaman geçirmekten vazgeçmezdi. Ama şu an bunları düşünmekten vazgeçip adamla konuşması gerekiyordu.
"Merhaba, ben Anastasia Komnena. Siz de Engin Alper olmalısınız."
"Evet, benim." Adamın yüzünden geçen şaşkınlığı umursamadı. Geç kalmasına ötürü zaten yeterince sinirlenmiş olmasına ilave olarak onun uzun saç ve sakallarını gördüğünde günün kendisi için sınanma günü olduğunu istemeyerek de olsa kabul etti. Dayanabileceğine inanıp adamın konuşmak için kurmaya çalıştığı cümlelerin dilinden dökülmesini bekledi. "Şey, beni maruz görün. Sizin Türkçe konuşacağınızı düşünmemiştim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORİENT PALAS
Historical FictionBaşka bir ihtimalin hikayesi... İstanbul'un Fethi esnasında Bizans İmparatoru ölmeseydi ve Fatih Sultan Mehmet onu ve tüm ailesini Prinkopo'ya hapsetseydi ne olurdu?