Nikea'da geçen iki günün ardından üçüncü sabaha kendi evlerinde gibi uyanan, gemi yolculuğunun tüm izlerini üzerinden atan Anastasia kahvaltı etmeleri için yiyecek bir şeyler hazırlamakla uğraşırken yatağından kalkan Andronikos üzerine giyecek düzgün bir kıyafet bulmakla ilgileniyordu. Uğraşlarının bitmemesi yüzünden kesmeye fırsat bulamadığı uzayan sakallarını olduğu gibi bırakmasının daha doğru bir davranış olacağını düşünerek bir kez daha yüzünü yıkayıp kendine gelmeye çalıştığında aynadaki görüntüyle yıllarca görmeye alışkın olduğu o yüz arasında çok büyük bir fark vardı. Sakalları çıkmaya başladıktan sonra her gün tıraş olmayı bir alışkanlık haline getirdiğinden ve en kötü günlerinde bile bunu yaptığından dolayı onun sakalı olabileceğini düşünecek tek bir insan bile yoktu. Hatta bazıları onun köse olduğunu dahi iddia eden dedikodular çıkarmıştı. Bunu söyleyenler şimdi onu görseydi, onun Prens Andronikos olduğuna inanmayabilirlerdi. Değişmiş, farklı biri gibi görünmeye başlamıştı. Ki daha bir hafta bile olmamıştı. Lakin bu yararlı olabilirdi. Tanınmamak için nasıl her şeyini değiştiriyorsa bir süre sakallı da bırakabilirdi. Bir prensi aramaya kalkarlarsa onu hırpani bir halde aramayacaklarını düşündü. Özellikle kendisini bir gün bile sakallı olmadığı düşünülürse verilecek tariflerde bir sakaldan bahsedilemezdi. Hatta köse olduğu altı çizilerek belirtilebilirdi. Ve bu kesinlikle çok iyi olurdu.
Geride bir hayat, doğdukları, büyüdükleri toprakları bırakmamış gibi kaçak olarak dört günü geride bırakan Anastasia ve Andronikos geçmişte olduklarından daha mutluydu. Belki daha fazla tedirgin olmaları gerekirdi ama emin oldukları haberden sonra gelecekle ilgili umutları tazelenmiş ve ayakta dimdik kalmak için daha çok güç bulmaya başlamışlardı. Umutları eskisinden fazla, gelecek güzel günler her geçen an ile daha çok yaklaşırken bir bebeğin onlarla birlikte olması, daha doğrusu bu yolculuk esnasında ona zarar gelebilme ihtimalini düşünmek sadece Andronikos'u korkutuyordu. Bu kaçaklık hali devam ederken yanında hayatındaki her şeyin anlamı olan, tek bir saç teline zarar gelmesinden korktuğu kadın varken, onu koruyamamaktan korkarken buna bir de korumasının daha da zor dolduğu bir bebek eklenmesiyle işlerin onun için daha da zorlaştığının farkındaydı. Yine de karısının dayandığı ve altından kalkabildiği gibi bu kolay olmayan koşullar altında bebeğinin de hayatta kalacağına, Girit'e vardıklarında hala yanlarında, onlarla birlikte olacağına her şeyden daha çok inanıyordu. Korkusu sadece verdiği değerdendi ki hiçbir korku bu kadar zararsız ve güzel olamazdı.
Sabahın erken saatlerinde Andronikos'dan önce uyanan Anastasia için başladıkları bu yolculuk bir kaçış değildi. Yolculukları yeni hayatlarının başlamasına vesile olmuş ve onlara yaşayabilecekleri en güzel günleri yaşatmaya başlamıştı. Konstantinopolis'te bulunurken iyi bir başlangıç olmamış, evden çıkamamış olsalar da gemide son kez uyandıkları sabah sonrası her şey parlak ve güzel bir hale gelmişti. Hava bile değişmiş, güneş kışa inat çevrelerini an be an ısıtmıştı. Geldikleri bu yeni şehirde yaşamaya başladıkları, Girit'te yaşayacakları hayatın bir örneği gibiydi. Bir bağ, bir zincir olmadan sokaklarda dolaşabiliyorlar, insanların arasında onlara bakan gözler olmadan bulunabiliyorlardı. Anastasia'yı ilk günden itibaren boğan kurallar yok olmuştu olduğundan büyüdüğü zamanlardaki gibi özgür hissediyordu. Ve hiçbir zaman olmadığı kadar da mutluydu. Yeni yerler görüyor, yanında âşık olduğu adamla şehri geziyor ve yakında kucağına alacağı bebek için heyecanlanıyordu. Andronikos'un kendisiyle beraber bebeği için endişelendiğini bildiği için hep aklının bir köşesinde dolanan bir siyah leke olsa da kötü düşünceler içinde büyümüyordu. Mucizelerinin onlar için gerçekleşeceğine, hayatın zor yıllardan sonra onlar için kolaylaşmış olduğuna inanıyordu. Artık üç kişi olarak bir ailenin parçalarıydılar ve bu aile sonsuza kadar onların en değerli hazineleri, en güzel anılarının sebebi olacaktı. Sahip olabilecekleri tahtlardan ya da unvanlardan daha güzeli, şanlı ve kutlusu mutlu ailelerini elde etmeleriydi. Gidenlerden sonra daha özel bir bağ bulabilmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORİENT PALAS
Historical FictionBaşka bir ihtimalin hikayesi... İstanbul'un Fethi esnasında Bizans İmparatoru ölmeseydi ve Fatih Sultan Mehmet onu ve tüm ailesini Prinkopo'ya hapsetseydi ne olurdu?