İstanbul, Eylül 2019
Kadıköy İskelesi'nden ayrılmakta olan ada vapurunda kendisinden uzaklaşmakta olan Galata ve Kız Kulelerine bakan kız, geri dönmek istediğinden emin değildi. Her şeyin gözüne felaketle sonuçlanmış gibi görünmesine şaşırmıyordu. Hayatının ve olayların bu noktaya gelmesine kendisi neden olmuştu. Gerçek olamayacak bir aşkın peşine düşmüş, sonunda da kaybederek uzaklara gitmek zorunda kalmıştı. Gidebildiği en uzak nokta şehrin dibindeki bir ada olsa bile içinde bulunduğu durumda yapabildiği en iyi seçenek buydu. Biraz olsun düşünebilmek, bir karar verebilmek için kendi ile baş başa kalıp sessizlikte kaçışı sonrasında ne yapacağına karar vermesi gerekiyordu. Her geçen an, saat ve gün daha iyi hissetmesine yardım edecekti. Ya da o bunun böyle olmasını umuyordu. Fakat onun için bu son yolculuktu. Bir daha evsiz kalmayacak, sonsuza kadar düşünmek zorunda olduğu her şeyi bir kenara atabilecekti. Son kez kendi içine, ait olması gerektiği evine dönecekti.
Vapur hedefine her bir an daha da yaklaşırken gözünün önündeki güzellikleri görmeyen kız için zihninde derin düşüncelerden, acı anılardan başka bir şey yoktu. Onunla ne yapması gerektiğini bilebilmeyi isterdi. Birinin ona yol göstermesi, küçük bir öğüt vermesi için her şeyi verebilirdi. Ama onun hayatında hiçbir zaman bir yol gösterici olmamıştı. Yanı başında onun iyiliğini düşünür gibi görünen arkadaşları bile zamanı geldiğinde onu acımdan sırtından vurmuşlardı. Annesi ya da babası zaten bir gün bile onu düşünerek hareket etmemiş, sadece kendilerini düşünmüştü. Hayatta kalmak için savaşması gerektiğini öğrendiğinden beri kendi yolunu kendi çizmeye çalışmıştı. İçgüdülerine, hislerine güvenmişti ama onların hiçbir işe yaramadığını pek çok kez tecrübe etmişti. Yardım ettikleri zamanlarda olmasına rağmen bunu hayati bir durumda yapamadıkları için hisleri yanılgıdan başka bir şey değildi. Bir daha asla onlara güvenmeyecek, sadece mantığının peşinden gidecekti. Hisler ve içgüdüler kadar hayvani ve çıkar peşinde olabilecek başka bir şey yoktu.
Birbiri ardına iskelelerde inen insanlardan sonra Büyükada İskelesi'ne yanaşan eski vapurda çok az sayıda insan vardı. Akşam saatlerindeki seferlerde evlerine gidenlerden başka kimse olmadığından tüm seferlerde sakinlik hüküm sürerdi. Ancak gün içinde, özellikle gün öğleye varmadan önce vapurlarda insanların üzerinde basmadan yol almak mucize olurdu. Adada birkaç saat eğlenmek isteyenler günü birlik tatilciler olarak Prens Adalarını işgal ederken yerlileri için korkunç bir zaman dilimi yaşanırdı. Bisikletlerle tur atanlar, bağırıp çağıranlar, özel mülk alanına girmek isteyenler, faytonlarla gezenlerin hepsi Latin İstilası sırasında Konstantinopolis'i yağmalayan Haçlılardan farksız görünürdü. Akşam saatleri olup azaldıklarında ise sessizlik yeniden huzurun geri gelmesine izin verirdi. Ama bir diğer günün sabahı yeniden geleceklerini herkes bilirdi. Nisan ayından başlayarak ekim ayının sonuna kadar istilacılar her gün gelirdi. Ada haklıda bundan dolayı bu zamanlara kaçabilecek yerleri varsa şehre kaçarlardı. Diğer ihtimalde ise onları görmezden gelmek için çabalarlardı. Onların olacağı zamanlarda evlerinde olup bu karmaşadan uzak dururlardı. Çünkü her biri geldikleri gibi geri giderdi.
Ada iskelesinde en son inenlerden biri geçmişi karmakarışık geleceği ise kapkaranlık olan genç kızdı. Adımları birbirini sürünerek takip ettiğinden onu gören biri her an bayılacak olduğunu düşünebilirdi. Lakin kız sadece umutsuz ve yorgundu. Hayal yorgunuydu. Herhangi bir hastalığı yoktu. Pek çok insandan daha sağlıklıydı. Üç ayda bir tüm gününü hastanede geçirecek kadar sağlığına takıntılıydı. Hiçbir zaman hasta olmazdı. Kalbi dışında hastalanan bir vücudu yoktu demek daha doğru olabilirdi. Aşkı bulmak isteyen kalbi kendini çok yormuş, yeni bir aşkı, hayal kırıklığını kaldıramayacak hale gelmişti. Kendine bir aşka sahip olamadığı için kızar, sürekli hayallerin pençesine düşerdi. Hoşlandığı insanlarda mucizevî bir şekilde ilgi uyandırma kabiliyeti olsa da asla devamı gelmezdi. Onun aşk için olan hevesi karşısındaki insanları fazlasıyla korkuturdu. Bugünlerde kimse bir aşka sonsuza kadar sürdün diye başlama gibi bir amaç taşımadığından onun aşka olan aşkı, karşısındakine çok hızlı bağlanabilecek olması onun günün kaçılan insanı haline getirirdi. Ve o gün sonunda bir oyun haline gelen aşkın kaybedeni olduğunu bilmeden yeniden yalnız başına yatağa giderdi. Aşkı bedenlerde arayanlar için ise tek başına uyumak, sevdiğini, aşkı hayal etmek diye bir şey kalmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORİENT PALAS
Historical FictionBaşka bir ihtimalin hikayesi... İstanbul'un Fethi esnasında Bizans İmparatoru ölmeseydi ve Fatih Sultan Mehmet onu ve tüm ailesini Prinkopo'ya hapsetseydi ne olurdu?