Crete(Girit), Mayıs 1952
Yıllar sonra yeniden bir arada olmaktan dolayı mutlu olan Sophia, kardeşinin o evde değilken gelip gelmediğini merak ediyordu. Andronikos'un ne zaman geleceği hakkında net bir zaman vermemiş olmamasından fazlasıyla rahatsız olsa da bunun onun her zamanki huyu olduğunu bildiğinden üstünde durmamaya kararlıydı. Yine bir yerlerde bir şeylerle uğraştığı için gelmesini geciktirebilirdi. Adayı çok sevmesine rağmen adadan uzak durmaya bu derece meyilli olması başta anneleri olmak üzere kendisini de rahatsız ediyordu. Uzun yıllardır adada ne kadar az kaldığını düşündüğünde annesinin kardeşine kızdığını çok iyi biliyordu. Ama hiçbir zaman annesi oğluna kızmadığından sadece kendi kendine sinirlenmekle yetinir, oğlunu gördüğü anda da tüm kızgınlığı yatışırdı.
Sophia'nın Andronikos dışında dört kız kardeşi daha vardı. Annesinin tek oğluna karşı her zaman daha sevgi dolu olduğunu düşünür ve hatta bazen kıskanırdı. Çocukluğundan ona bu yüzden etmediği işkenceyi bırakmamıştı. Fakat sonradan annesinin her birini eşit sevdiğini anlamıştı. Yine de oğluna karşı her zaman bir parça daha fazla toleranslı ve sevgi dolu olduğu konusunda değişmeyen düşünceleri vardı. Bunun nedeninin tek erkek çocuğu olması olarak görse de sonradan bunun nedenini yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. Annesi, oğlunun gün ve gün kocasına benzemesinden dolayı ona karşı daha hassastı. Ki Sophia'da babasına benzeme konusunda her gün daha da fazla ortak yan bulduğu kardeşine o günden sonra daha nazik ve anlayışlı olmuştu. Birkaç yıl önce öğrendiği gerçekle ise isminin de geçmişini öğrenmişti. Ve bir daha annesinin kardeşine karşı duyarlılığını sorgulamamıştı. Çünkü onun kardeşine karşı bu ilgisinin çok uzun ve güzel bir hikâyesi vardı.
Anne ve babasını düşünmek Sophia için aşkı, büyülü peri masallarını düşünmek gibiydi. İkisinin birbirine olan aşkını görerek büyümüştü. Diğer kardeşleri gibi o da kendisini böylesine esir alacak bir aşkı yaşamayı hayal etmeye onlarla tanıştığı ilk günden istemeye başladığını düşünürdü. Babasının gözlerini ayırmadan annesini izlemesini bir masala tanık olur gibi izlerdi. Onlar sayesinde çocukluğunu yaşanabilecek en güzel şekilde yaşadığından onlar gibi olmayı, onlardan sonra bu masalı devam ettirmeyi belki de diğerlerinden daha çok istemişti. Babasının annesine baktığı gibi kendisine bakacak birini hayal etmişti. Babası gibi kendi kızlarını âşık olduğu kadından en güzel hediyeler, onu hayatında daha da çoğaltan mucizeler olarak gören birinin, babası gibi gerçek bir prensin hayatına girmesini umut etmiş ama sonunda mutsuz bir evliliğin sonuna gelmişti. Ki bunda da kendisinin büyük sorumluluğu ve suçu vardı. Bir ilişki, bir evlilik tek taraflı hatalar yüzünden bitmezdi. Lakin bu defa ilişki onda düğümlenmişti. Anne ve babasının yaşadığı aşk özendirici olmasına rağmen her ilişkinin onlarınki gibi büyüleyici olması imkânsızdı. Onlarınki gibi olabilecek masalsı bir aşk gerçek dünyada pek sık tekrarlanmaz ve yaşanmazdı. Bu nedenle daha basit düşünmeli, çok büyük hayaller kurmadan, daha gerçekçi olarak bir ilişki yaşamak istemeliydi. Ama gözlerinin önündeki masal onun iç dünyasında çok büyük bir imrenme yaratmış, kendiside bir peri masalı yaşamak istemişti. Sonuç olarak gerçekleri görüp geri adım atmıştı. Olanlardan kendi hayallerini suçlamayı seçse de asla ebeveynlerin onda hayranlık uyandıran aşkını suçlama gibi bir hata yapmamıştı. Çünkü aşkları çok masumdu. Daima öyle olmuştu.
Arabasını garaj yoluna park edip indiğinde anne ve babasının yeni taşındıkları evlerini eskisi kadar sevmediğini fark etti. Arka koltuktaki torbaları alırken babasının kapıdan çıkıp ona yardım etmeye gelmesine gülümseyerek karşılık verirken onun her zaman bir prens kadar kibar olduğunu ve gelecekte de olacağını düşündü. Geçmişte olduğu kişi onun damarlarındaki kanda hala mevcuttu. Nezaket, kibarlık, centilmenlik ve sayısız özelliğini her şeyden daha çok seviyordu. Babası onu her zaman annesini daha çok sevmekle suçlasa da ikisi de kimi daha çok sevdiğini biliyordu. Bebekken annesine muhtaç olarak ona düşkün olmasının sonrasında babasının peşinden bir gün bile ayrılmamıştı. Onun yaptığı her şeye hayranlıkla bakarken en sonuna onun gibi bir elmaslara, pırlantalara şekil vermeyi seçmişti. Asla onun kadar iyi bir zanaatkâr ve başarılı olmasa da onun gibi olabilmek bile ona yetiyordu. Babası belki de annesi için olduğundan bile daha fazla onun prensiydi. Hayatta olmak istediği kişi olmasını sağlayan, hayatında olmasını istediği kişileri belirlemesini sağlayan büyük ölçüde babasıydı. Yine de annesinin de ne kadar etkili olduğunu unutmaması gerekirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORİENT PALAS
Historical FictionBaşka bir ihtimalin hikayesi... İstanbul'un Fethi esnasında Bizans İmparatoru ölmeseydi ve Fatih Sultan Mehmet onu ve tüm ailesini Prinkopo'ya hapsetseydi ne olurdu?