Ağaçlar bir kez daha karanlığa bürünürken odada çöken akşamın etkisiyle simsiyah bir hal almaya başladığında Andronikos bunu umursamadı. Günlerdir çıkmadığı odasında kendine daha büyük bir esaret yaratmıştı. Kızgınlığını, öfkesini ve acısını tamamen kendine yöneltmiş ve odasını kendine zindan belleyerek doğru olanı yaptığına inanmayı seçmişti. Ailesinin kaybı için, o kıza davranış şekli için kendini cezalandırıyordu. İçindeki fırtınayı ancak kendisi üzerinde uygulayacağı tutumun, baskının ve eziyetin dindireceğini sanıyordu. Yanılıyordu ve derinlerde bir yerlerde bunu kendisi de biliyordu. Ama doğruyu görmemeye, kendini tükenmeyecek bir yasın içine hapsetmeyi yaşamı haline getirmeye ant içmiş gibiydi. Görmek istemeyen, gerçeklerden kaçmak isteyen biri olarak bu odaya kendini hapsederek dünyadan saklanıyordu. Zaten kimse de görmek istemeyen birinden daha bilgili ve daha kör olamazdı.
Zifiri karanlığa gömülmek üzere olan odası aydınlandığında sinirlendi ama bunu kimin yaptığına dönüp bakma gereği görmedi. Bunu yapabilecek, onun kararlarına ve isteklerine karşı gelebilecek yegâne kişinin Thomas olacağını biliyordu. Hemen odadan çıkmasını, onu yalnız bırakmasını umuyordu ama çocukluğundan beri en yakın arkadaşlarından biri, aynı zamanda kuzeni olan Thomas'ın gitmeyeceğini, onu kendi haline bırakmayacağını, yine ve yeniden konuşarak ona eziyet edeceğini hissediyordu. Bu şekilde rahatını bozup onun kararını görmezden geldiğine göre gitmek son düşüncesi bile olmayabilirdi.
"Bir haftadır bu odadan çıkmadığına göre artık yas döneminin sonuna gelmiş olmalıyız."
"Ne istiyorsun?"
Andronikos Thomas'a bağırdığında pişmanlık duymadı. Onu yalnız bırakmasını sağlayacak, kendini karanlığa hapsedecek her şeyi yapabilirdi. Canının acısı yeterince ruhunu parçalarken buna ek olarak arkadaşı ile çene çalabilecek kuvvete sahip değildi. Yalnız başına kalmak, odasında unutulmaktan başka bir şey istemiyordu. Onu sonsuza kadar unutmaları, bir daha asla hatırlamamaları bu kadar zor, gerçekleştirilemeyecek bir seçenek olmanın aksine en kolay yapılacak şey olmalıydı. Ancak kimse bu isteğini yerine getirmeyi kendi vazifesi olarak görüp onu unutmuyordu. Aksine her biri, her gün defalarca kez onu kendi karanlığından Orient'in ışıklı, parlak hayatına çekmeye çalışıyordu. Onları kovmak, çevresinde hiç kimse olmadan yalnız başına bu odada ölmek neden imkânsız bir hayal olmak zorundaydı?
"Artık bu odadan çıkmanı, hayata devam edebilmeni istiyorum. Bu odanın dışında hayat sen istesen de istemesen de devam ediyor. Sense burada oturmuş ömrünün sonuna gelmiş yaşlılar gibi sadece gökyüzünü izleyip buhranlarınla yaşıyorsun. Düşünerek değil bir şeyler yaparak, mücadele ederek yaşayabilirsin."
"Ailemi kaybettiğimin sana bildirildiğine eminim. Yanlış hatırlamıyorsam cenaze törenlerinde de kilisedeydin." Thomas kolay öfkelenen, sinirlendiğini belli eden biri değildi. Andronikos'a karşı sabrı ise herkesten daha fazlaydı. Ona kolay kolay kızması mümkün değildi. Ailesine olanlardan sonra ona daha fazla tolerans göstermesi gerektiğini de biliyordu. Ama artık bu geride kalmak üzereydi. Günlerdir bu odada oturup kendine acımasından yorulmuştu. Ki cenaze günü karıştığı kavga, yaşanan hengâmenin sonrasında ortadan kaybolması da ona karşı takındığı sessizliği büyük ölçüde etkisizleştirmişti. Yaptığı şeyin farkında bile olamayacak kadar büyük bir acıya gömülmesini anlayamazdı ve hiçbir şekilde de anlamayacaktı.
"Cenazede yanındaydım. Tıpkı ölüm haberini aldığında yanında olduğum gibi. Ancak sen yoksun. Buradasın ama yoksun. Bedenini burada bırakmışsın ve ruhunu o fırtınada ailenle beraber kaybetmiş gibisin." Ona söyleyecek daha çok şeyi vardı ama yapamıyordu. Şu an ona her dediği şeyin bir sağıra anlattıklarından farkı yoktu. Onun gerçekten kendini duyduğundan bile emin değildi. "Benim tanıdığım Andronikos sen değilsin. O güçlüdür. Ne olursa olsun ayakta kalmayı başarır. Ailesini kaybetmiş olsa da başka bir şey yaşamış olsa da kendine acıyarak odalara kapanmaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORİENT PALAS
Historical FictionBaşka bir ihtimalin hikayesi... İstanbul'un Fethi esnasında Bizans İmparatoru ölmeseydi ve Fatih Sultan Mehmet onu ve tüm ailesini Prinkopo'ya hapsetseydi ne olurdu?