Aranızda tiyatroyu sevmeyen var mı?
Yok mu?
Aranızda bu trajikomedik sahneyi bilmeyen, tiyatroyu sevmeyen var mı?Tamam tamam, mizah yapamıyoruz, anladık!
____
Kendini anlatabilmek ve başkalarının sana söylediklerini anlamlandırabilmek. İletişim diye buna diyoruz işte. Kendini anlatmak demişken korkmayın size o rezil geçmişimi, annemle babamın nasıl tanıştıklarını ya da eski flörtlerimi anlatmayacağım zaten eski flörtüm diye bir şey de yok. İletişim kurabilmek için her şeyi anlatmama da gerek yok, her zımbırtıyı detayına kadar anlatmayı pek sevmem. Ben balıklama seviyorum biraz, eğer anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, manyaklıklarla dolu bir hayatım var. Pekâlâ tiyatro salonundaki şu müthiş rahatsız edici kırmızı koltuklarda oturuyor olmam bir manyaklık sayılıyorsa gelin, hikâyeyi buradan anlatmaya başlayayım.
Yirmi bir numaralı salonun en köşesinde, hafif sarı loş ışığa maruz kalmış ben sizin için neyi betimlemem gerektiğini bilmiyorum. Yanımdaki genç delikanlının -kendini sinema salonunda zannediyordu galiba- ağzını şapırdatarak mısır yiyişini mi yoksa önümdeki çiftin berbat yatak odası muhabbetine maruz kalışımı mı. Belki de size tam arkamdaki herifin habire burnunu sümkürmesinden bahsetmeliyim. Herifin burnundan beyni aktığına adım kadar eminim! Ayrıca bu mekânın temizliğiyle kim ilgileniyor bilmiyorum ama annem burada olsa kesinlikle kan çıkardı.
Neden buradayım, neden tüm bunlara katlanıyorum çok bilinmeyenli bir denklem benim için. Açıkçası bu kadar rahatsız olacağımı bilsem okul çıkışında kendimi buraya atmazdım. Belki de atardım bilmiyorum. Konferanslardan filan pek hoşlanan biri değilim ama Mösyö'den hoşlanıyorum. Yoksa burada işim olmaz! Onu bu devlet tiyatrosunda ilk görüşümün ardından son görüşüm olmaması için düzenli meditasyonlar yapıyorum hatta. Hani evrene mesaj vermek adına, enerjiler filan. Kimi kandırıyorum... İnanmam ki ben öyle şeylere. Hepsi Hale'nin başının altından çıkıyor. Neymiş efendim, ne düşünürsen o olurmuş! Seni fındık faresi bunun evrenle değil psikolojiyle alakası var diyesim geliyor, böyle dilimin ucuna kadar. Yutuyorum sonra.
Hale sümüklüdür biraz, her şeye ağlar. İnanır mısınız ona fındık faresi denmesine de gıcık olur! Gıcık olunca da ağlar. Her şeye ağladığını söylemiş miydim? Ve inanın o ağlarken duygu durumunuzu kontrol etmeniz pek de mümkün değildir. Neden burada olduğuma dönecek olursak tek kelime iki hece ile Mösyö. Bugün buradayım çünkü etkili konuşma hakkında ondan öğrenmem gereken şeyler var.
Ama ondan önce sizin Mösyö hakkında öğrenmeniz gerekenler var.
Sahne dendi mi ilk akla gelen kişidir mesela. Her rolün adamıdır, yaptığı işin hakkını verir. Mesela geçen hafta bir ekiple Cimri'yi oynamışlardı. Molière'i bilirsiniz. Zaten Molière'i bilmeyen mi vardır canım! Neyse, Molière'in beş perdelik bir komedisi vardır; Cimri. Zalim aile babası meşhur Harpagon'u da bilirsiniz. Mösyö, Harpagon'u öyle bir yorumlamış ki sanırsınız dünyadaki en cimri adam o! Ha Mösyö ha zalim aile babası, pintiler pintisi Harpagon! Acayip iyi oyuncudur anlayacağınız.
Mösyö'nün sahne anlayışını tiyatro ile sınırlamak doğru olmaz elbette. Birkaç spot ışığına, kırmızı perdelere, şaşaalı kostümlere ya da ahım şahım bir dekora ihtiyaç yok kendini ispat edebilmesi için. O her konuda, her yerde insanlara hitap edebilecek kabiliyette bir adam. Hemen hemen her şey hakkında da bir fikre sahiptir ancak çok bilmişlik yapmaz, sevmez de üstelik. Hele bir tatlı dili var... Yılan olmasınız da çıkarsınız deliğinizden! İnsanların görüşlerine büyük saygı duyar, kimseyi küçümsemez. Kıyaslanmayı hiç sevmez hatta çoğu kez bunun yanlış olduğu hakkında konuşur durur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KULİS
General FictionKendini anlatabilmek ve başkalarının sana söylediklerini anlamlandırabilmek; iletişim diye buna diyoruz işte. Kendini anlatmak demişken korkmayın size o rezil geçmişimi, annemle babamın nasıl tanıştıklarını ya da eski flörtlerimi anlatmayacağım zate...