Bizim eskiden beri bağımlılık olarak algıladığımız şey; madde kullanımı, alkol bağımlılığı ya da ilaçlara olan birtakım bağımlılıklar şeklindedir. Oysa bağımlılık dediğimiz obsesyon sadece maddeye ve alkole karşı sergilediğimiz tavır değildir. Bağımlılık, beyinde birtakım kimyevi değişiklikleri kapsayan, iradenizi kontrol altına almayı gerektirecek tüm unsurlardır. Bu noktada bağlanma şeklinin belirleyici olduğu iki farklı kavramın mutlak oranda ayırt edilmesinin faydası vardır. Bunlar ideal olarak kabul ettiğimiz bağlanma ve istenmeyen bir durum olan bağımlı olma hâlidir. Bağlanma mutluluk ve süreklilik içeren fıtri bir kavram iken bağımlı olmak -bir diğeri olmadan yaşayamamak- kişinin hem kendisi hem de bağımlı olunan kişi için bunaltıcı olma mayası taşır.
Bir de bağlı olmak vardır. Psikoloji'deki bağlanmadan farklı, bireyin kendisini bile isteye herhangi bir şeye bağlama durumu. Benim için bu "şeyin" ne olduğu aşikâr; Mösyö. Kendimi ona bağlama atılımım içimdeki boşluğu doldurmak istediğimi fark etmemle başladı. Oldukça tehlikeli bir iştir halbuki; kendi iradeni kullanarak bu bağı oluşturmak sonunda bağımlı birine dönüştürüverir seni, başlangıçta sana iyi hissettiren bir duygu iken bir de bakmışsın ki kötü alışkanlıklar listesine bir numaradan giriş yapıyordur. Zaten çoğu kötü alışkanlıklar şu "bir kereden bir şey olmaz" zırvalıklarıyla başlamıyor mu?
Kendi kafamın içinde ona olan bağlılığım, kötü bir alışkanlığın izleniminden ziyade öğrenme hevesimi körükleyen bir devinim süreci oluşturduğundan bu boşluğu doldurmak günden güne iyi hissetmemi sağlıyor. Konu o olunca bazen acayip saçmaladığımı biliyorum ama bir düşünsenize, hangimiz kaliteli kategorisinde değerlendirdiğimiz birine karşı sakin kalabiliyoruz? Bu biraz yetersiz hissetmenin doğurduğu da bir problem aslında. Yani genelde öyle derler. Bu durum bir süre sonra kaygıyı da getirir beraberinde. Elbette bu sonuca tamamen kaygı diyemeyiz; bizim kaygı dediğimiz olgu geleceğe dönük ve sürekliliği olan bir endişe durumudur. Buna göre bir kişiye ya da olaya karşı hissettiğimiz korku bize tehlike olarak görünür. İşte tam o anda beyinde "savaş ya da kaç" sinyalleri yanar. Savaşmak benim için korkunç bir ihtimal gibi göründüğünden kaçmayı denerim her seferinde. Sonunda da işi batırırım zaten.
Siz Mösyö'yü en son bir tencere sarma ile salonumuzun girişinde hatırlıyorsunuz ama inanın size bir ekmek çıkmaz oradan. O yüzden gelin, karşılaşmaya doyamadığımız herhangi bir andan başlayalım anlatmaya.
"Bu köfte ekmeklerin parasını ben ödeyeceğim, baştan anlaşalım." Güç almak için gövdemi yasladığım fıstık yeşili minibüs benden daha yorgun görünüyordu ama buna aldırmadım hatta tüm yükümü ona yüklemek ister gibi biraz daha yaslandım. Minibüsün camından içeriye doğru bakan Mösyö, "Neden? Bu senin daha rahat yemek yiyebilmeni mi sağlayacak?" diye isabetli bir söylemde bulundu. Az çok anlıyordu insan psikolojisinden. "Öyle de denebilir." dedim. Tıpkı onun gibi camdan içeriye uzattım kafamı. Izgaranın üzerinde pişen köftelerin cızırtısı cumartesi tatillerimi hatırlatıyordu bana.
Siz bilmezsiniz, cumartesileri annem istisnasız köfte pişirir. Bununla ilgili küçük bir anım da vardır dinlemek isterseniz. İlkokul birinci sınıfta olmalıyım, şu an pek hatırlayamıyorum. Neyse bunlar o kadar da önemli bilgiler değil nasılsa. Orta büyüklükte beyaz bir yer masasında tabağıma koyulan üç büyük köfteyi hatırlıyorum. Şimdilerde salon takımlarının vazgeçilmezi yemek masaları pek revaçta değil o zamanlar. Ben doyduğumu hissedip masadan kalkacağım zaman annem, "Üç köfteyle doyulmaz." dedi. Oysa ben doyduğuma adım kadar emindim. Sonra, "Aç kalırsın, al bunları da ye." diyerek tabağımı bir kez daha doldurdu. Annem böyle diyorsa bir bildiği vardır, eminim ki doymamışımdır düşüncesiyle tıka basa yemeye başladım. O zamanlar bu seçimin kendime ait olduğunu düşünürdüm fakat bugün anlıyorum ki hayatımı şekillendiren, tercihini benim yaptığımı zannettiğim seçimler; kendi doğumumu değil -insanın seçimleriyle yeniden doğduğuna inanırım- başkalarının şekillendirdiği bir doğumu yeşertiyormuş üzerimde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KULİS
General FictionKendini anlatabilmek ve başkalarının sana söylediklerini anlamlandırabilmek; iletişim diye buna diyoruz işte. Kendini anlatmak demişken korkmayın size o rezil geçmişimi, annemle babamın nasıl tanıştıklarını ya da eski flörtlerimi anlatmayacağım zate...