hakuna matata

485 70 45
                                    

Oy vermeyi ve yorum atmayı unutmayın.

Belki filmlerden, dizilerden ya da kitaplardan denk gelmişsinizdir. Anne veya baba, ikisinden biri, ekmek almaya diye çıkar ve bir daha gelmez. Ya da markete gideceğim der, komşuya gideceğim der ve gelmez. Şu zamana kadar ben de bunlara denk geldim, sizin gibi. Ama gideceği günün sabahında babasından yakınıp babasına giden bir kadına denk gelmemiştim. İşte, şu zamana kadar.

Gittiği günden bu yana tam tamına 7 ay geçmişti. 7 koca ay.

Her günü küfürlü ve aksi geçen saatler, her haftası ansızın gelen ataklar, her ayı özlem geçen sikik dakikalar... Ah, az kalsın unutuyordum. Tanrı'ya edilen hakaret ve isyanlar.

Birini daha yeni kazanmışken kaybetme hissi, sanırım dünyadaki en kötü hisler arasında yer almalıydı. Her işini onun için ikinci plana attığın insan, hislerini ve onu önemsediğini görmeden gidiyorsa yapacak hiçbir şeyin yoktur dostum. Kocaman bir hiçliksin, hiçlik içinde kendini aramaya kalkışacak kadar da kötü durumdasın.

Bundan 3 ay önce, gelmeyeceğini kavradığım zaman evimde ona ait her eşyayı kırdım, parçaladım. Eskisi gibi olmuştu her yer. Tek fark Jisoo'nun artık benimle kalmıyor oluşuydu. Telefonumun zil sesi ile kafamı kollarımın arasından kaldırdım ve sehpanın üzerinde duran telefona uzandım. Arayan Wonpil'di.

Jisoo bile kendimi boşladığım için benimle konuşmaz olmuştu. Bunun bir sebep olduğunu düşündüğümden değil, benden sıkılmış olma ihtimali yüzünden onu da darlamıyordum. Ama Wonpil asla pes etmiyor ve evden dışarı çıkmam, eğlenmem için zorluyordu. "Alo?"

"Gelebilir miyim?"

"Hayır... Belki." dedim sorusuna karşılık. Gözlerim halıda sabitlenmiş kapatmadığı için ne diyeceğini bekliyordum. "Peki ya nefesini keseceğini bildiğim bir şey getirecek olsam?"

&&&

Evime geldiğinde odama geçti ve elindeki metal kutuyu çalışma masamın üzerine koydu. Kutuyu açtı ve içindeki solucanı işaret etti. Kapının kenarına yaslanmış, yorgun bir ifadeyle onu izliyor ve söylediklerini dinliyordum. "Gözü var, yani sadece ışığa hassas hücreler ama başardık. Mutasyona tutunuyor." kapıya yaslanmayı bırakıp yanına geçtim ve kutuyu kapatarak eline verdim. "Sen başardın." söylediğimi umursamadı, uzun süre içinde biriktirdiği cümleleri dışarı atmaya başladı. "Bu çok uzun bir sürecin ilk basamağı. Eğer kıçını laboratuvara geri getirmezsen, kutudaki bir solucan olarak kalacak." tek kelime söylemedim, ne söylenirdi ki zaten?

"Bir şeyler yer misin? Gelirken sushi aldım." dedi ve giriş kapısının yanına koyduğu poşetleri almak için odadan çıktı. Bu sırada ben de mutfağa geçtim. Yanıma gelmesini beklerken çekmeceden çubukları çıkardım, masanın üzerine koydum. Aldıklarını masanın üzerine koydu ve sandalyeye oturarak kendi önündekileri yemeye başladı. Ben de çaprazına oturduktan sonra çubukları parmaklarım arasına koydum ve zencefil turşusunu çubukların arasına kıstırmaya çalıştım. Ellerim titriyordu ve kendimde bunu yapacak gücü dahi bulamıyordum. Bulunduğum durum aşırı gülünçtü ama ben bunu değiştirmek için kolumu bile kıpırdatamıyordum.

Yaklaşık bir ay önce Wonpil beni sevdiğini, ona karşı bir şeyler hissetmesem de benim yanımda olabileceğini söylemişti. Jisoo ile bir süre önce ayrıldıkları için bunun sorun olmayacağını düşünüyordum, itirafını da olumlu karşıladım. Laboratuvara gittiğim günlerin çıkışında beni eve bırakır ve her şeyin daha güzel olacağını söylerdi. Gücümü kaybettiğimi ve birilerinde güç aramaya çalıştığımı ona söyleyemezdim. Benim halime üzüldüğü zaten aşikârdı, onu da kendim gibi yormak istemiyordum. Çünkü... Aşık olduğunuz kişiyi içinizde bitirmeden başka birini sevmeye çalışmak; iki kalplilik demekti.

Orpheus & JenLisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin