16.Bölüm "Bir an için"
#Genel Yazı#
Şebnem Gürsoy neredeyse beş dakikadir hiç kıpırdamadan, kısık kısık nefes alıp vererek karşısında duran eli inceliyordu. Bu elin kime ait olduğunu aslında çok iyi biliyordu ama bunun gerçek olduğuna inanmakta oldukça zorluk çekiyordu.
Rüya mıydı bu? Yoksa aşırı uykusuzluktan halüsinasyon mu görüyordu? Evet evet, bunlar çok daha gerçekçi açıklamalardı! Hatta hastanedeki o, iri - yüzde yüz silikonlu olan - göğüslerini yüzüne kadar sokan sarışın, kıl hemşire onu zehirlemiş de olabilirdi. Bir garip bakmıştı zaten ona. Ama korkunun ecele faydası yok sonuçta. Bunun ne, daha doğrusu kim olduğunu anlamanın tek yolu vardı.
Şebnem gözlerini iki saniye yumup derin bir nefes alıp verdi. Sonra elini yavaşça önündeki ele doğru uzattı. 'Dokunabiliyorsam, gerçektir' kuralına kendini inandırıp titreyen elini yavaşça yaklaştırdı karşısındaki ele. Ama tam dokunacakken önündeki el birden ona doğru yaklaşıp onu, sımsıkı tutup ensesine sıcak nefesini üfleyen şahsiyete doğru itti. Şebnem gözlerini sımsıkı yumdu.
Bu onun eliydi.. ve bu kuşkusuz onun kokusuydu.
Şebnem gözlerini açmadan, yavaşça hareket ederek ona sımsıkı sarılana döndü. Onun dibinde olduğunu hissediyordu ve bu ürpermesine sebep oldu.
Bir kaç saniye direnmesinin ardından cesaret edip gözlerini açtığında bir an nefesini kesen bir şaşkınlık çöktü üstüne. Şaşırmamalıydı aslında. Onun olduğunu zaten biliyordu. Yastığa karışmış kokusunu duyup ya, aldanıp, elin sahibine ait olduğunu düşünmüş olsaydı bile.. o vazgeçilmez aksesuarı olan, siyah deri yüzüğün başkasının olma ihtimali ne kadar büyüktü ki?
Evet, şu an kollarında yattığı adam, Selim İnan'dan başkası değildi. Ama bu nasıl..?
İki buçuk saat önce...
Selim, kulağında cep telefonuyla, havaya rağmen bir cafenin üstü kapalı olan dış bölümünde oturuyordu. İkinci kahvesi gelince garson kıza teşekkür edip yine telefonun diğer ucundaki kişiye döndü.
"Evleniyorsun, anladık. Biz de dünyanın diğer ucunda değiliz herhalde. Hem daha iki üç hafta var, yok mu?", diye sordu bir yandan esnerken.
"9 gün!", diye karşıdan bir cevap geldi.
"İyi, ben ayarlayabilirsem sekiz güne falan gelirim o zaman canım."
"Selim delirtme beni!!"
Selim gülerken başını salladı hafifçe. "Sen delirme eşiğini aşmışsın bile kızım.", deyip kahvesinden kocaman bir yudum aldı.
"Ya Selim, bekârlığa veda partisi diye bir şey var, değil mi?"
"Dokuz gün önce kutlandığını hiç duymamıştım.."
"Aman çok biliyorsun sen. Duyan da dört kere evlenip boşandı sanacak. Bana bak, Rodos modos anlamam ben, hemen buraya geliyorsun! Hafta sonu berkarlığa veda, haftaya kına, düğün. Halledilmesi gereken o kadar şey var ki, ne biçim bir arkadaşsın sen? Ha?!"
Selim gözlerini devirdi. Bu yer yüzünde kadınları anlayabilen bir şahsiyet var mıydı acaba? "Ya Beren'cim, geliyorum diyorum, değil mi? Belki bugün, en geç yarın ordayım.
"Bak Selim ben- aa, gelinliğim gelmiş! Kapatıyorum Selim, ara beni.", deyip cevabını beklemeden telefonu Selim'in suratına kapattı.
Selim istemsizce gülümsedi. İçinde hala evlenmekten vazgeçer diye bir umut vardı aslında şimdiye kadar ama Beren kararlı görünüyordu. Telefonunu tam masaya indiriyordu ki yeniden çalmasıyla birlikte ekrana dikti gözlerini. Bir kaç saat önce konuştuğu adamın numarasıydı bu, hemen açıp kulağına dayadı telefonu. Saat altı buçuktaki uçuşa yerlerinin olduğunu, biletleri de otelin resepsyonuna bıraktığını söyleyince hemen ayaklanıp masaya para bıraktıktan sonra otele doğru gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Atlı Prens (Kaçak Gelinler - ŞebSel)
RandomSelim İnan beyaz atlı prens değildi, kuşkusuz değildi.