185 8 2
                                    

“Bana da bir tane verir misin?”

“Hayır.”

“Beni sonsuza kadar reddedemezsin. Eninde sonunda bir tane alacağım.”

“Olabilir, ama bu benden olmayacak.”

Soğuk Kasım hiç acımadan rüzgarını tokat gibi yüzlerine çarparken iki genç, yine geçen üç aydır buluştukları soğuk betonun üzerinde oturuyorlardı. Şehir bugün daha kapalıydı sanki, akşama doğru yakılan binlerce ışık bile yetmiyordu o karamsar havayı dağıtmaya. Herkesin mutsuz olmaya hakkı vardı gerçi, bu, kimsenin elinizden alamadığı o nadir haklardan birisiydi.

Son üç aydır her gün saat tam 17:47’de burada buluşuyorlardı, kız, her gün giydiği buruşuk kareli gömleğiyle yırtık atkısını boynuna sararak geliyor, çocuksa günden güne rengi açılan, taramamakta ısrar ettiği saçları ve siyah, eskimiş deri ceketiyle her zaman kızdan bir dakika önce, dudaklarında zehirli çubukla burada oturuyor oluyordu. Kız, ne kadar denerse denesin çocuktan tek bir sigara bile alamamıştı. Neden ona vermediğini merak ediyordu. Kız, boğucu şehirde yeterince dumana maruz kalıyordu zaten. Bir sigaradan ne çıkardı?

“Dünyadaki en tuhaf kişisin, biliyorsun değil mi?” Kız, çocuğa hafifçe gülümseyerek söylemişti bunu. Çocuğun nikotinden sararmış parmakları ince çubuğu kavrayıp dudaklarından çekince çocuk konuştu, “Biliyorum.”

“Neden sana tuhaf dediğimi bile sormayacaksın yani?”

Çocuk gülümsedi ve başını salladı.

“Bu bile çok tuhaf.” Dedi kız. Sonra kahkahalara boğuldu. Komikti tüm bunlar. Birbirlerini tanımayan iki kişi, üç aydır aynı dakikada, aynı yerde buluşup aynı şeyleri yapıyorlardı. Çoğu kişi bunu sıkıcı bulurdu, ama onlar için, siyah hayatlarının tek gri parçasıydı bu. Genç bedenlere sıkışmış iki yaşlı ruhtu onlar, konuşmak için fazla yorgunlardı.

O gün ikisi de konuşmaya istekli görünüyordu. Normalde yorgun, renksiz dudaklarında hiçbir kıpırtı olmayan yüzler, bugün daha bir pembeydi, dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı, yüzlerine çarpan soğuk rüzgarı umursamadan konuşuyorlardı. Konuşmadıkları üç ayın acısını çıkarırcasına konuşuyorlardı. Çocuğun boğuk, kızınsa çatallı sesi havaya karışıyor, soğuk ortamı biraz da olsa ısıtıyordu.

“Çok üşüdüm. Lanet olsun, Sibirya’da falanız galiba.” Burnunun ucu kızarmış kız küfürler savurarak kollarını vücuduna sürtüyor, kendini ısıtmaya çalışıyordu. Gömleği bu hava için fazla inceydi. Çocuk yine gülümsedi, kıza baktı ve hiçbir şey söylemeden gülümsemeye devam etti. “Manyak gibi ne gülüyorsun ya? Donuyorum ben.”

“Normalde bir centilmen sana ceketini verirdi, ama anladığın kadarıyla ben bir centilmen değilim. Sigaramı paylaşmamamın tek nedeni bitmesini istememem, ve ceketimi de üzerimde tutacağım çünkü hava soğuk ve ben bencil pisliğin tekiyim. O yüzden gidip başka bir salaktan ceket istemeni öneririm.”

Kızın ağzı bir saniyeliğine hayretle açıldı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Güldü, güldü, gözlerinden yaşlar boşanıncaya dek güldü, sonra o yaşlar gerçek gözyaşlarına döndü, kız ağladı, ağladı, ağladı. Yaklaşık beş saat sonra çocuk hala şaşkın bir biçimde yerde uyuyakalmış kıza bakıyordu. Deli miydi bu kız? Uyuşturucu krizi falan mı geçirmişti yoksa? Çocuk bu konularla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Önceden altın çocuktu o. Futbol oynardı, okul başkanıydı, notları çok yüksekti, sigarayla ilgili en ufak bir bilgisi yoktu, fakat şimdi aynı çocuk buradaydı. Bir yıl neleri değiştirmişti öyle? Futbol formasının yerini eskimiş deri ceket almıştı, derslere bile nadiren giderdi, ayağı futbol topuna değeli o kadar uzun süre olmuştu ki, pas bile atabileceğinden emin değildi. Rengarenk hayatı o kaza ile dibe çökmüş, ızdırabının alevleri onu kavurup geriye gri küller bırakmıştı. O, güçlü değildi. Güçlü her ne demekse işte. Bilmiyordu nasıl hissedeceğini, o griyi mavi, maviyi mor görürdü, istemezdi farklı olmayı, ama farklıydı. Uymadığı bir dünya vardı ayaklarının altında, o büyük gökdelenler, asfalt döşeli yollar, ellerinden telefon düşmeyen insanlar, hepsi çok yabancıydı ona. Başka bir nesle aitmiş gibi hissediyordu. Hatta başka dünyaya.

Fakat o kız geldiğinden beri, dünya daha az siyahtı, küllerin içinde yeniden doğmaya bırakılmış bir yumurta vardı, gökkuşağının üzerindeki siyah lekeler azalmıştı. Tabii ki bu bir film falan değildi, bir kız gelip tüm hayatını değiştiremezdi ya. O, öyle güzel kırılmıştı ki, ruhunun parçalarına basarak yürümeye öyle alışmıştı ki, kimsenin onu değiştirebileceğine inanmıyordu.

Fakat, o tuhaf günün tuhaf akşamında, yerde yatan kızın üzerinde sigara ve mentol kokusu sinmiş bir ceket vardı, tünelin ucunu aydınlatan ışığın başlangıcı, çocuğun arafının kapısının aralığıydı o ceket. Çocuk, evine giderken çıplak kollarına bakıp tekrar gülümsedi. Olanların ne olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu, ama deniyordu işte. Normal bir şeyler yapmayı deniyordu.

Gerçi normal de göreceli bir kavramdı.

Bana Bakma | TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin