on beş

677 55 25
                                    

Kim Jennie;

Bacak bacak üstüne atarak oturduğum sandalyeye yaslandım. Lee Taeyong, tam karşımda, gülümseyen gözlerle bana bakıyordu. Alnına dökülen saçları, kulağındaki piercingleri ve mavi lensli gözleriyle de oldukça dikkat çekici görünüyordu.

"Bunu bir randevu gibi düşüneceğim," diyerek kollarını masaya dayadı. "Her ne kadar kampüsün içindeki küçük bir kahve dükkanında olsak da, bunu bir randevu olarak düşüneceğim."

"İstediğini düşünmekte özgürsün tabii," diyerek omuz silktim. Tuhaf birisiydi, bana uzun bir zamandır ilgi gösteriyordu ve ben ilgiyi çok severdim. Dolayısıyla bundan rahatsız olmuyordum. Üstelik oldukça da iyi görünüyordu.

Masanın üzerinden bana biraz yaklaştı. "İlgiye bayılıyorsun, değil mi?"

Sırıttım ve masaya onun gibi yaslandım. "Yeterince belli olmuyor mu?"

Gülerek geriye çekildiğim sırada yan yana içeriye giren Sehun ve Jongin'i görerek dudaklarımı yaladım. Bir süre önce mavi-yeşil arası bir renkte olan saçları şu anda griydi. Boya akmış olmalıydı, zaten Japonya'da saçını griye boyayacağından bahsetmişti ancak bu kadar iyi duracağını tahmin etmemiştim.

"Benim artık kalkmam gerekiyor," diyerek bana seslenen Taeyong'la gözlerimi Jongin'in üzerinden çektim ve Taeyong'a bakmaya başladım. "Derse yetişeceğim. Daha sonra tekrar görüşmek üzere, Kim Jennie."

Ona gülümsediğimde bana serseri bir şekilde sırıtmış ve yanımdan ayrılmıştı. Biraz yapışkan birisi gibiydi ancak kötü birisi değildi. Yine de, bu onu sevmemi sağlamıyordu.

Masada tek kaldığımda telefonumla uğraşmaya başlamış, bir müddet vakit geçirmiştim. Sanırım son dersime bugünlük girmesem sorun olmazdı, canım istemiyordu.

Gözlerimi Jongin'e çevirmemeye çalışıyor olsam da başarılı olamayarak ona bakmaya başlamıştım ve Tanrım, gerçekten, gri saç ona aşırı yakışmıştı. Absürt şeyler deniyordu. Saçlarını yeşile boyatması da değişikti ancak yeşil saç da ona çok yakışmıştı. Bence bundan sonra da bir kez sarı veya pembe yapmalıydı.

Daha fazla onu dikizlememek için gözlerimi üzerinden çektim ve telefonumu elime alarak kahve dükkanından çıktım.

Kendimi garip hissediyordum.

Zile basarak birkaç saniye kapının açılmasını bekledim. İçeriden duyduğum ayak seslerinden hemen sonra kapı açıldığında elleri ıslak saçlarını karıştıran Sehun'la elimdeki karton kutuyu kaldırdım.

"Sana şampanya getirdim."

"Bana değil de kendine getirmişsin gibi geldi," diyerek kenara çekildiğinde içeriye girerek şampanya şişesini Sehun'un eline bıraktım.

"Kim bilir."

"Sen pek gelmezdin bana," diyerek kaşlarını çattı. "Bir sorun yok, değil mi?"

"Var gibi," diyerek dudaklarımı yaladım ve bileğimdeki tokayla saçlarımı hızlıca tepemde topladım. "Ama halledeceğim."

Kaşlarını kaldırdı.

"Tamam," dedim, sert bir nefes vererek. "Şimdilik halledebilecek gibi değilim." Ardından kaşlarımı çattım. "Artık içeriye geçsek de sen bize iki kadeh getirsen?"

i want to do bad things with you • [jenkai]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin