Kim Jongin;
Elimde tuttuğum telefonu çevirmeyi bırakarak pantolonumun cebine sıkıştırdım ve boş koridora bakmaya başlayarak sert bir nefes verdim.
Ne yapacağımı şaşırmış haldeydim.
"Sikeyim..." diye mırıldandım, geriye giden bacaklarıma söz geçiremeyerek koridordan çıkarken. Hastanenin giriş katına geldiğimde sert bir nefes vermiş, hızlı adımlarla bahçeye çıkmıştım.
En yakındaki boş banka oturarak dudaklarımı dişledim ve beklemeye başladım. Neyi beklediğime dair hiçbir fikrim yoktu.
Sanırım içeriye girecek cesareti, ya da gurursuzluğu, kendimde bulamıyordum.
"Sen burada ne arıyorsun?" diyerek bana seslenen Sehun'u duyduğumda eğdiğim kafamı kaldırarak Sehun'a bakmaya başladım. "İçeriye girdin mi? Babanın durumu nasılmış? Stabil miymiş yoksa-"
"Sehun..." dedim, araya girerek. Griye boyalı saçlarım iki yandan alnıma dökülüyordu. "Bilmiyorum."
"Ne?"
"Bilmiyorum," dedim, omuz silkerek. "Yanlarına gidemedim." Kafamı kaldırarak suratına bakmaya başladım. "Yapamadım, gururumu ezemiyorum."
Bir şey söylemedi.
Yanıma gelerek oturduktan sonra sert bir nefes verdi. "Bugünün son günü olup olmadığını bilmiyorsun, Kai. En azından annene veya ablana durumunu sorsaydın?"
"Yapamıyorum," dedin, dürüst bir şekilde. "Gidip yanlarına ne halde olduğunu soramıyorum. Ne kadar ömrü var, onu da soramıyorum. Cesaretsizlikten mi yoksa fazla gururdan mı, onu da bilmiyorum. Eğer ölürse son bir bile kez konuşmamış olmamıza üzülür müyüm, bilmiyorum. Tek bildiğim şey, onun bana yaptığı hiçbir şeyi affefemiyor oluşum."
"Sen bekle..." dedi, omzuma hafifçe vurarak. "Ben durumunu öğrenip geleyim."
"Annemlere görünme."
"Tamam," dedi. "Görünmem."
"Sehun," dedim, tekrardan araya girerek. "Jennie telefonunu açmıyor. Bir saat önce aramıştım, şimdi tekrar aradım fakat geri dönmedi." Suratının gerildiğini gördüğümde kaşlarım çatılmıştı. "Bir sorun mu var?"
"Zannetmiyorum," dedi, umursamaz görünmeye çalışarak. "Derslere falan dalmıştır yine, bayadır aksatmıştı. En fazla birkaç saate sana dönüş yapar muhtemelen."
Bir şey söylemediğimde içeriye girmişti fakat benim aklım ben Jennie'yi sorduğumda gerilen suratındaydı.
Telefonunu çıkartarak Jennie'yi bir kez daha aradım fakat telefon uzun uzun çalmış olsa da, yine, açan olmamıştı.
•
Yarım saat kadar önce, Sehun yanıma bomboş bakan gözleriyle ve ne söyleyeceğini bilemeyen haliyle geldiğinde ben, babamın öldüğünü çoktan anlamıştım.
Muhtemelen bana bu haberi nasıl vereceğini bilmediğinden yanıma oturduğunda elini kolunu koyacak yer bulamıyor, sık sık nefes alıp veriyordu.
"Sehun," demiştim, dayanamayarak. "Öldü, değil mi?"
Bir şey söylemeden gözlerime bakıp sadece başını sallanış ve beni kendisine çekerek sıkıca sarılmıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
i want to do bad things with you • [jenkai]
Fiksi PenggemarKim Jennie, herkes için kampüsün gözbebeği... Herkesin gözü ondaydı ve bu durum onu oldukça tatmin ediyordu.