Kim ne söylerse söylesin, etrafımda bana ilgi gösteren kaç kişi olursa olsun, hiç kimse bana, seni yalnız bırakıp bir adım ötene bile gitmeyeceğim dememişti.
Birkaç saniye Jongin'e bakmakla yetindim. Bazen, gerçekten bana kendimi tuhaf hissettiriyordu.
"Bana neden böyle davranıyorsun?" Kaşlarını kaldırdığında omuz silktim, parmakları hâlâ parmaklarıma kenetli duruyordu. "Neden hiçbir şeyi hak etmediğimi suratıma vurmuyorsun? Neden bana beni yalnız bırakmayacağını söylüyorsun?"
"Neden?" diye mırıldandı. Boştaki eli saçlarıma çıkmış, önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmıştı. Gözleri doğrudan gözlerime bakıyordu. "Sen neden hiçbir şeyi hak etmediğini düşünüyorsun?"
İnkâr etmedim. Böyle düşünmüyorum ya da, ben Kim Jennie'yim, ben her şeyin en iyisini hak ediyorum da demedim.
İçten içe, kendimi ne kadar çirkin, işe yaramaz ve hiçbir şeyi hak etmeyen birisi olarak gördüğümü inkâr etmedim ancak dile de getiremedim.
"Jennie," diye mırıldandı, hâlâ gözlerimin içine bakıyordu ve ben gözlerimdeki duvarların kırılmasından çok korkuyordum. "Neden hiçbir şeyi hak etmediğini düşünüyorsun?"
"Ben-"
"Öyle düşünmediğini söyleme," dedi, konuşmama izin vermeden. "İnkâr etmen bir işe yaramayacak."
Dudaklarını yalayarak gözlerimi kaçırdım. "Jongin, ben buradan biraz uzaklaşmak istiyorum."
"İstediğin zaman seni Japonya'ya kaçırabilirim."
Birkaç saniye düşündüm. "Japonya'ya değil ama..." diyerek kaşlarımı kaldırdım. "Fransa'ya kaçırabilirsin."
Kaşlarını kaldırdı. "Devamsızlık hakkın var mı?"
Omuz silktim. "Yoksa bile babam halleder."
"Yarın sabaha bilet alıyorum o zaman."
"Direkt Fransa'ya bilet yoksa da aktarmayla gidelim," dedim, sırıtarak. "Dört gün. Senin devamsızlık hakkın var mıydı? Senin devamsızlıklarını da babama hallettiririm demek isterdim ama kendisiyle aramız pek iyi değil."
"Olmasa bile benim yerime imza atabilecek arkadaşlarım var." Kolunu omzuma atarak beni kendine çekti ve şakaklarıma küçük bir öpücük bıraktığında ilerlemeye başladık.
"Senin vizen var mıydı Fransa'ya? Vizeyle uğraşmayalım."
"İki sene önce beş senelik vize almıştım, Fransa'ya. Sorun değil o." Ardından birkaç saniye bekledi. "Paris diyorsun yani."
"Paris diyorum yani."
•
Hiç kimseye bir şey söylemeden sabahki ilk uçakla aktarma yaparak Fransa'ya gelmiş, Paris'e inmiştik. Her şeyi çok acele halletmiş, kendimize lüks bir otelde çift kişilik bir oda tutmuştuk ve tam şu anda, ben yatağın üzerine uzanmış tavanı seyrediyordum.
"Umarım beni Paris'e bütün gün yataktan kalkmadan yatmak için getirmemişsindir," diyen Jongin, benim aksime gelir gelmez kendisini yatağa bırakmayı değil, duşa girmeyi tercih etmişti. Şimdi de elindeki havluyla ıslak saçını kuruluyordu. "Çünkü benim bütün gün yatmak gibi bir niyetim yok."
"Uyumak zorunda değiliz," diyerek kaşlarımı kaldırdım ve Jongin'e bakmaya başladım. İma ettiğim şeyi anladığı için gözlerindeki ifade değişmişti. "Bütün gün yatakta farklı şeyler de yapabiliriz."
"Kim Jennie," diye mırıldandı, elindeki havluyu beyaz koltukların üzerine bırakarak yanıma ilerlerken. Başını iki yana sallayarak yatakta yatan bana eğildi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. "Bazen çok edepsiz olabiliyorsun."
"Neden?" diyerek sırıttım hafifçe geriye çekildiğim sırada. Bir elim ensesine yer edinmişti, gevşek bir şekilde duruyordu. "Yoksa edepsiz olmamı sevmiyor musun?"
Başını iki yana salladı. "Aksine," dedi, dudaklarını bir kez daha dudaklarıma bastırarak. "Edepsiz hallerine bayılıyorum. Mesela, yatakta hiç de utangaç olmuyorsun ve ben buna bayılıyorum."
"Ama," diyerek ensesindeki elimi çektim ve yatakta hafifçe geriye kayarak dikleştim. "Biz buraya dört gün boyunca yataktan çıkmadan sevişmeye gelmedik." Kaşlarını kaldırdığında omuz silktim. "Dört gün boyunca sürekli gezeceğiz. Ben birkaç yer buldum, güzel ve lüks yerler-"
Başını iki yana sallayarak "Hayır," dedi. "Bu sefer senin bulduğun yerlere gitmeyeceğiz. Senin aşırı lüks yerler bakacağını bildiğimden ve oralarda kasıntı gibi kalıp rahat edemeyeceğimi bildiğimden gelmeden önce ben birkaç yer bakmıştım, oralara gideceğiz."
"Kim Jongin," diye mırıldandım, başımı iki yana sallayarak. "Bana istemediğim hiçbir şeyi yaptıramayacağını öğrenemedin mi? Son sözü her zaman ben söylerim." Ardından ona yaklaşarak tek elimi suratına yerleştirdim ve yanağına küçük bir öpücük kondurdum. "Neyseki bu sefer canım senin söylediklerini yapmak istedi. Ama fazla salaş yerler olmasın."
"Bakacağız ona," diyerek göz kırptıktan sonra yataktan kalktı. "Üzerini değiştirecek misin yoksa direkt çıkalım mı?"
"Değiştireceğim," diyerek yataktan indim ve öylece kenara bıraktığım valizime ilerleyerek içindeki kıyafetlerime bakmaya başladım. Ne giysem diye düşünüyordum. Bugün diğer günlere nazaran daha rahat giyinmek istemiştim ancak yine de ilgi bende olmalıydı. Yeşil, kısa kollu, önü düğmeli bir crop ve getirdiğim siyah dar pantolonumu elime alarak kaşlarımı çattım. Düz, beyaz spor ayakkabılarınla gayet rahat ve iyi olacaklardı.
"Elinde kocaman valizini görünce şaşırmıştım," dedi, Jongin, kaşlarını kaldırarak. "Yani, sonuçta sadece dört günlük bir tatil ve sen kocaman bir valiz doldurmuşsun."
"Ne yapayım," dedim, omuz silkerek üzerimdeki bol tişörtümü çıkartırken. Yeşil crop topu üzerime giyerek sadece iki düğmesini kapattığım sırada Jongin öylece beni izliyordu. "Hangi eşyalarımı getirsem karar veremedim."
"O belli oluyor," dedi, yanıma gelerek saçlarımı elleriyle cropun içinden çıkarttığı sırada. Jongin küçük bir valizle gelmişti ve tahminen yarısı da dolu değildi. Ben, büyük bir valizi komple doldurmuştum.
"Ama ben sana dört gün boyunca sürekli gezeceğiz dedim," diyerek omuz silktim. "Sabah gideceğimiz yerler farklı, akşam gideceğimiz yerler farklı. Hepsinde farklı kıyafetler giyeceğim. Akşam yatarken giyeceklerim de ayrı."
Güldü. "Hadi," dedi. "Pantolonunu da değiştir, çıkalım."
•
#1: aklıma kurgunun finaliyle ilgili bir şeyler gelmeye başlıyor, siz bu kurgunun sonunun nasıl olmasını istiyorsunuz?
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.