yirmi bir

614 55 20
                                    

Kim Jongin;

Jennie'nin daha önce görmediğim yüzleriyle yavaş yavaş karşılaşmaya başlıyordum. Son iki gündür bana ilk tanıştığımız zamanlara nazaran oldukça ılımlı yaklaşıyordu. Hayır, benim dediğim olacak ya da Ben Kim Jennie'yim tarzında cümleleri ondan daha az duyuyordum ve bu garip olsa da oldukça iyiydi.

İçten içe, göstermese de, bana karşı bir şeyler hissettiğini anlıyordum. Hissettiği şey sadece basit bir hoşlantı mıydı, yoksa yavaş yavaş aşk yolunda mı ilerliyordu, bundan emin değildim. Bildiğim tek şey bana karşı bir şeyler hissetmeye başlamış olmasıydı.

Ben ona iltifat ettiğimde hızlanan kalp atışlarının farkındaydım. Ona dokunduğumda, elini tuttuğumda veya onu öptüğümde bazen bana çok güzel bakıyordu ancak genel olarak duvarlarını kırmamaya çalışıyordu. Belki de, duvarlarını nasıl kıracağını bilmiyordu.

İçimde gittikçe büyümeye başlayan bir korku vardı: Jennie için gelip geçici bir heves olmaktan çok korkuyordum. Birkaç haftalık birisi olmaktan inanılmaz derecede korkuyordum.

"Jongin, beni burada da çeksene," diyerek kafamdaki şapkamı parmak uçlarına kalkarak aldı ve kendi kafasına takarak benden biraz uzaklaştı. "Hadisene, neden sadece bakıyorsun?"

Eyfel kulesinin önündeydik ve kafasında benim şapkamla öylece bana bakıyordu. Gülerek kafamı iki yana salladım ve cebimden telefonumu çıkartarak Eyfel kulesinin yanan ışıklarının önünde birkaç tane fotoğrafını çektim.

"Daha önce Eyfel'in önünde fotoğraf çekinmemiş olamazsın," diyerek kaşlarımı çattım. "Jennie Kim böyle bir fırsatı kaçırmazdı."

"Yanımdakiler hiç iyi fotoğrafçılar değillerdi," diyerek suratını kırıştırdı ve yanıma gelerek telefonumdan çektiğim fotoğraflara bakmaya başladı. Suratını kırıştırdığında küçük çocuk bir ifadeye bürünmüştü. Ardından kafasını kaldırarak kısaca bana baktı. "Sen gerçekten güzel fotoğraf çekebiliyorsun, artık gittiğim her yere seni de götüreceğim. Benim fotoğrafçılığımı yapacak birisine ihtiyacım var."

"Sadece kendi çıkarların için yani?" dedim, sırıtarak kafasındaki şapkayı çıkartırken. Havalanan saçlarını ellerimle düzelterek ona bakmaya başladığım sırada,

"Tabii," dedi. "Başka neden olacak?" Ardından birkaç saniye bekledi ve yanımızdan geçen bir kadının önüne geçerek kadını durdurdu. "Pardon," diyerek kadına suratına takındığı gülümsemesiyle bakmaya başladı. "Fotoğrafımızı çekebilir misiniz?"

Kadın yumuşak bakışlarla "Tabii ki," diyerek Jennie'nin kendisine uzattığı telefonu aldı ve telefonun kamerasını bize çevirdi. "Kim Jongin," diyerek kollarını boynuma doladığı sırada ben ona gülümsemekle meşguldum. "Poz ver."

"Seve seve," diye mırıldanarak dudaklarımı onun dudaklarının üzerine bastırdığım sırada gülüşünü hissetmiş, kısa süre sonra geriye çekilmiştim ve birkaç saniye öylece gözlerinin içine bakmıştım.

"Fotoğraflarınız," diyerek telefonu Jennie'ye uzatan kadın gülümsüyordu. "Çok güzel çıktınız. Çok yakışıyorsunuz."

Jennie elindeki telefonla meşgul olduğundan onun yerine kadına teşekkür ederek Jennie'ye bakmaya başladım. Kadının çektiği fotoğraflara bakıyordu.

"Bu," dedi, ekranı bana çevirerek. "Bu fotoğraf güzel çıkmış. Belki Instagram hesabımda paylaşabilirim."

Benim onun dudaklarına kapandığım ve onun da gülerek kollarını boynuma doladığı fotoğraflardan birisiydi. En net olan ve aynı zamanda da en güzel olan fotoğraf bu fotoğraftı.

i want to do bad things with you • [jenkai]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin