Yeni taşındığımız kırık harabemizden yani evimizden çıktım. En az evimiz kadar yeni olan okuluma adımlıyordum. Sanki yeni okula başlayacak çocuk gibiydim. Hem çok hevesli ve bir o kadar da ürkektim.
Beni hevesli kılan yeni bir hayata başlamanın heyecanı idi. Evet yepyeni bir hayat! Babamın iflas etmesi bize yeni hayatın yollarını açmıştı. Bu sevinilecek bir şey miydi? Tabii ki değildi ama iflas ettikten sonra kahrolan ailemin aksine ben oldukça sakindim çünkü ortada kahrolacak, depresyona girecek, yadırganacak bir durum yoktu. Benim hayatımda hiçbir şey değişmemişti. Hatta tüm açık yüreklilikle ve samimiyetimle söylüyorum ki hayatımdaki fazlalıklardan kurtulmuştum. Gümüş tabaklar, sayısını bilmediğim arabalar, hiç haz etmesem de sürekli önümüzde eğilen hizmetçiler, gölge gibi arkamızda gezen korumalar... Bu mahalleye taşındıktan sonra bunların hayatımda fazlalık hatta sırtımda yük olduğunu fark ettim.
Annem ve babamın sürekli kaybettiğimiz paralara yakınması beni çıldırtıyordu. Anlıyordum onları ben daha on sekiz yaşındaydım, belki onların yaşında olsaydım daha çok bağlanırdım ve bende acı çekerdim ama ne değişmişti hayatımızda? Gerçekten hayatımızı kökünden değiştirecek kadar önemli miydi şan, şöhret, para, güç?
Benim için zerre kadar değeri yoktu. Sabah kalktığımda pencere bana aynı gökyüzünü gösteriyordu. Eskisi kadar büyük olmasa bile çıktığım bahçe bana ayni toprak kokusunu sunuyordu. Hâlâ aşık olabilirdim, hâlâ birileri ile dost olabilirdim, bir hayvan alıp ona tüm sevgimi verebilirdim çünkü içimdeki duygular parayla satın alınamazdı. O yüzden iflas etme olayında hiç etkilenmedim.
Beni ürküten tek şey buranın tamamen yabancısı olmamdı. Şu anda yürüdüğüm yol bile bana yabancıydı. Tek insan tanımıyordum burada. İflas ettikten sonra babam İstanbul'dan Ankara'ya taşınmak istedi. Sebebi ise oldukça komik. Tanıdıkların bakışlarından rahatsız oluyormuş. Sanki Ankara'da tanıdık çıkmayacaktı, ama ne annem ne de ben babamı ikna edemedik ve o bize sormasa da biz buraya gelmeyi kabul ettik. Şimdi ise Ankara'da yeni okuluma başlayacaktım. Şu an önünde durduğum okula. Fakat sınıfımı bilmiyordum.
Müdürün odasına girdim ve memnuniyetsiz surat ifadesi ile çalışan müdürün zaten açık olan kapısını saygımdan ötürü çaldım. "Gir" komutu ile masasının önünde ellerimi bağlayarak durdum. Herkes derste olduğu için dışardan gelen pek fazla ses yoktu. Ses olmadığı için de gerginliğim artıyordu.
Oldum olası mecbur olmadıkça hiçbir okul yöneticisi ile konuşmazdım. Nedenini bilmiyorum ama bana hep soğuk gelirlerdi.
"Efendim ben Arzu Göktuğ, birkaç gün önce kaydımı buraya aldırmıştım ama sınıfımı bilmiyorum."
"Bakalım" diye mırıldandı. Müdürün tavırları öylesine iticiydi ki sanki o masaya silah zoru ile oturtulmuştu. Klavye ile tahminime göre adımı yazdı ve birkaç dokunuştan sonra odaya girdiğimden beri ilk kez yüzüme baktı. Şanslı mıydım? Belki de bu okulda en erken benim yüzüme baktı.
"12-B" dedikten sonra yüzünde bana karşı acıyan bir ifade oluştu. Nedendi peki? Ne vardı o sınıfta? "Üç gün sonra öleceksin" der gibi bir ses tonuyla söyledi.
Bunun nedenini sorma gereği duymadım dediğim gibi okul idarecileri ile gerekmedikçe muhabbete girmezdim. "Teşekkür ederim" diyip çıkmak için arkamı dönmüştüm ki durmak zorunda kaldım.
"İyi şanslar" diyen okul müdürümüz oldukça gizemli bir adamdı. Sahi bu yaşlı adamın derdi neydi?
"Neden öyle dediniz?" Bunu sormadan geçemezdim. Sınıfıma girmeden önce ortamı hakkında bilgi almak hiçte fena olmazdı.
"Diğerlerine göre hareketli bir sınıftır. Kendine dikkat et. Senin geldiğin okula benzemez burası." Kırışmış ellerinin birini masaya diğerini de sandalyenin üzerine koymuş sırtını sandalyesine yaslayıp gereksiz bir vakurla beni izliyordu.
Evet oldukça sakin bir okuldu geldiğim yer ama bu özel okul olduğu için değildi. Çok ciddi bir disiplinle yönetildiği içindi. Yoksa o okulda da adrenalin tutkunları vardı ama onlari durduran bir disiplin vardı. Şimdi bu karşımda duran küstah bir şekilde beni izleyen eğitimsiz eğitimci bana "bu okulu iyi yönetemiyorum" demek yerine şans diliyordu. İlk günden kimseyle polemiğe girecek değildim. Tekrar teşekkür ettikten sonra merdivenlerden çıktım.
Bomboş koridorda yürüyordum ve bir yandan da sınıfların kapısının üzerindeki sınıf isimlerini okuyordum. Açtığım kapılarda hep boştu. Okul sanki terk edilmiş gibiydi. Burnuma o okulun rahatsız edici kokusu geliyordu ve evet itiraf ediyorum her şey biraz korkutucuydu ya da ben çok korkaktım zaten karanlıkta bile uyuyamazdım. Beni korkutmak çok kolaydı. Dibimde balon patlasa yirmi metre öteye kaçardım. Fakat burası öylesine sessizdi ki en cesur insan bile korkabilirdi.
İlerden bir öğretmen geliyordu. İnce ve zarif görünümlü öğretmeni durdurup buranın neden bu kadar sessiz olduğunu sormak mantıklıydı.
"Afedersiniz hocam. Sınıfların hepsi neden boş?"
Öğretmen içten bir şekilde gülümsedi ve müdür gibi davranmaması burada barınabileceğimi düşündürdü.
"Şu anda herkes konferans salonunda canım. Bir iş adamı geldi ve onun konuşmasını dinliyorlar."
Ben öğretmene teşekkür ettiğimde o da merdivenlerden inip uzaklaştı. Konferans salonuna inesim gelmedi. Hem şimdiye kadar birçok iş adamının konuşmasına şahit oldum hepsi de çok gereksizdi. Ücretli konferans verip nasıl zengin olduklarını anlatıyorlar ve yine para kazanıyorlardı.
Koridorda yürümeye devam ettim ve işte bulmuştum kapıda yazan yazıyı seslice tekrar ettim "12-B" gereksiz yere kalbim hızlıca atmaya başladı. Neden böyle atıyordu kalbim? Benim hissedemediğim neyi hissetti?
Aralıklı duran kapıya yaklaştım. Ayakta duran iki kişi vardı. Harika benden başka inmeyenlerde vardı konferansa. Hem belki bu iki kişiyle tanışırdım, arkadaşlık kurardım. Şu yalnızlık çektiğim şehirde iki tane tanıdığım olurdu. Yalnızlık berbat bir şeydi. Hele ki kalabalık olman gereken yerlerde yalnızsan daha bir trajik oluyordu.
Kapıyı itip biraz daha içeriye girdim. O da ne! Gözlerime inanamıyordum. Bu imkansızdı ya da imkansız olması gerekiyordu. Eğer şu an gördüklerim gerçekse bu sınıf hakkında o karamsar ve bir o kadar da lüzumsuz müdürün dedikleri az bile! Hayır hayır halüsinasyon görüyor olmalıydım veya bir göz yanılsaması. Son günlerde geceleri çok geç uyuyordum. Bunun sağlıksız olduğunu annem hep söylerdi. Onu dinlemeliydim. Şimdi gözlerimi açıp kapatacaktım ve sınıf boş olacaktı. Gözlerimi açtım, kapattım. Hayır her şey yerli yerinde duruyordu. Bu, bu çok vahşiceydi. Bunu bu sınıftaki benimle aynı yaşta olan çocukların yapması daha büyük bir vahşilikti. Buradan yavaşça gitmeliydim. Evet onlar beni görmeden gitmeliydim. Elimi tuttuğum kapıdan çektim ve gidecektim.
Biri tarafından sırtımdan itildim ve şu an o iki kişiyle birlikte bende yerde kanlar yatan, siyah giyimli, esmer bir kadın cesedine bakıyordum. İçlerinden biri vardı ki beni de o cesedin yanına gönderecekmiş gibi bakıyordu. Kaçmak için kapıya döndüm. Kolu defalarca kez çevirdim ama olmadı sanırım kapı kilitliydi. Son duamı etmeli miydim?
.
.
.
Evet arkadaşlar bölüm nasıldı? Sizce diğer bölümde ne olacak? Oy vermeyi unutmayınız 💜💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ
ActionBirilerinin isminin yüceliği uğruna bizim özgürlüğümüz hiçe sayıldı ama unuttular ki biz özgürlüğe aşıktık.