Zaman kaderi belirler, çıkılması gereken yolun rotasını belirler; durulması gereken yeri de koşulması gereken yeri de zaman belirler. Bazen soluğunuzun kesildiği vakitlerde size muazzam bir dinginlik lütfeder. Bazen de ölümünüz bile kepaze bir koşuşturma içerisinde olur. Yani zaman hem çok acımasız hem de çok şefkatlidir.
Uzun zamandır şefkat gördüğümüz tek unsur belki de zamandı çünkü şu anda ellerimin arasında olan ve az sonra yakacağım notun bana ulaşmasının oldukça zorlu bir süreçle baş ettiğini tahmin edebiliyordum. Eğer o gün tek kişi arkasını dönseydi her şey başlamadan biterdi ama zaman bize izin verdi.
Son kez baktım nota.
"Şartlar gereği buradan birlikte kaçmak zorundayız. Bu zorunluluğu benimle birlikte memnuniyetle yerine getirir misin?"
Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Tabii ki bu teklifi reddetmeyecektim. Aras ile birlikte bu dört duvar arasından kaçıp sonu olmayan gökyüzüne kavuşacaktım.
Bu notu kimsenin eline geçmeden yok etmeliydim. Saatlerdir oturduğum yataktan kalktım. Yeni koğuşumun çokta mutfağa benzemeyen ama bizim mutfak diye adlandırdığımız bölümüne gidip tezgahın üzerinde bir kibrit buldum ve yaktım. Notu ateşle buluşturduğumda içindeki yazıların kül oluşunu izledim.
"Arzu ne yapıyorsun? Hapishaneyi mi yakacaksın?"
Sesin geldiği tarafa döndüğümde İpek'in gözlerinin altındaki morluklar "ben müptezelim" diye bağırıyordu. Bu koğuşta yatmaya başlayalı daha üç gün oldu ama üç günde kaç kere krize girdiğini hatırlamıyorum. Bakışlarının donukluğu korkunçtu.
"Hayır öylesine gereksiz bir kağıttı."
Başını sarhoş gibi geriye atıp nedensiz bir kahkaha attı. Durumu içler acısıydı.
"Ben de böyle gereksiz olan her şeyi yakmak istiyorum."
Birileriyle konuşmak dertleşmek istiyordu. Kim bilir onu bu duruma sokan derdi neydi. Yoksa kimse böyle bir istikbal hayal etmezdi. Ona cevap vermedim. Belli belirsiz gülümsedim. O ise hiç aldırış etmeden devam etti. Çok kararlıydı.
"İçimde her şeye karşı çok büyük bir kin var. Sana karşı bile..."
Ben mi belayım yoksa bela mı beni buluyor bilmiyorum ama bir şekilde insanlar benden nefret edebiliyordu. Belki de insanları rahatsız eden bir enerjim vardı. Önceden de çok sevilen bir insan değildim. İnsanların hepsi kötü değildir değil mi? Demek ki kötü olan bendim. Sırtımı duvara yaslayıp bakışlarımla sözlerini sorguladım.
"Bana karşı neden kin besliyorsun?"
Yine güldü; zaten sürekli gülüyordu. Bu çok sinir bozucuydu.
"Çünkü her insanın kin beslenmesi gereken bir tarafı vardır."
"O zaman benim kin beslenmemesi gereken tarafımla muhatap olsan iyi olur çünkü emin ol ki beni karşında görmek istemezsin."
Bizim sakin tartışmamız koğuşun gıybetçileri tarafından göz ucuyla izleniyordu. Burası sekizinci koğuşa göre çok sakindi, İpek ve benim dışımda yatanların çoğu hırsızlık suçundan içeriye alınmışlar. Burayı hareketlendiren tek şey İpek'in uyuşturucu krizleriydi. Onun da kendinden başka kimseye zararı dokunmuyordu; hatta şu an bana kafayı takması bile tuhafıma gidiyordu.
"Niyetim seni karşıma almak değil" dedikten sonra elini alnına götürdü, diğer eliyle ranzanın boyası dökülmüş demirini tutup ayakta durmaya çalıştı.
"Benim niyetim kötü değil, ben kötü birisi değilim."
Sözleri kesik kesik sesi fısıltıyla çıkıyordu. Yine uyuşturucu krizi geçiriyordu. Onu yormak istemiyordum. Başımı onaylar anlamda salladım. Koluna girip demir ayaklıkları küflenmiş sandalyeye oturttum. Nefes alış verişi hızlanıyordu ve buz gibi soğuk ter döküyordu. Sarı saçlarını arkasına attı, altları morarmış yeşil gözlerini bezgince sıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ
AcciónBirilerinin isminin yüceliği uğruna bizim özgürlüğümüz hiçe sayıldı ama unuttular ki biz özgürlüğe aşıktık.