"Peki efendim, sarı şişedeki ellerine, siyah şişedeki gözlerine."
Bilincimin yerine gelmesini destekleyen cümleyi, Belle'in söylediğini anlamıştım. Fakat gözlerimi açıp Belle'i görmek istesemde, gözlerimdeki ağırlık buna engel olmuştu.
"Merhaba Liva, evet yine ben. Neredeyse beş gündür, her sabah seninle böyle konuşuyorum ama artık, eskisi gibi cevap alamıyorum."
Belle'in, titreyen sesi ile kurduğu cümleleri anlamlandıramamıştım. Gözlerimi neden açamıyordum? Ve neden, Bell sanki uzun süredir uyuyormuşum gibi yanı başımda konuşuyordu?
"Seni çok özledim, Liva. Lütfen iyileş artık." Diyerek elimi tuttuğunda, ona cevap vermek, onu duyduğumu hissettirmek istemiştim. Ama hiçbir tepki verememiş, sadece tuttuğu elime sürdüğü şey ile birlikte söylediklerini dinlemeye mahkum kalmıştım.
"Bu biraz acıtabilir. Gerçi şu an bir şeyler hissedebildiğini düşünmüyorum, ama bilincinin açılabileceğini biliyorum. Bu yüzden acıyı hissedebilirsin." Dedi. Sanki cevap vereceğime dair bir umut vardi sesinde.
Benimle konuşması bile, umutlu olduğunu belli ediyordu zaten.
Elime sürdüğü şey ile çığlık atmak istedim. Sızısı tüm koluma yayılırken, ben sadece hiçbir hareket göstermeksizin yatıyordum. Fakat içimde, adeta bir savaş kopuyordu. Çığlıklarımı duyurmak istesemde, ağzım mühürlenmiş gibi açılmıyordu.
"Gözlerine süreceğim merhem, seni rahatlatacaktır. Merak etme."
Beni anlayabiliyormuş gibi konuşuyordu, Bell.
Gerçektende dediği gibi olmuştu. Gözlerime sürdüğü şey, ilk derin bir sızıya neden olsada, sonradan tüm bedenimi rahatlatmıştı
Fakat, aklımdaki sorulara cevap verememişti.
Ben neden bu haldeydim?
Neden uyanamıyor, neden yaralı halde duruyordum?
~~~~
"Liva, neredeyse bir hafta oluyor. Merhemler, yaralarını bir nebzede olsun iyileştirsede, sen hala uyanmadın. Uyanman gerekiyor Liva! Lütfen uyan artık." yakarışlarıyla geldi bilincim yine yerine. Neredeyse iki gündür, odama giren çıkan herkesin sesini duyuyor ama cevap veremiyordum. Neden bu halde olduğumu hatırlamıyordum. En son, eğitim için simülasyona gireceğimizi hatırlıyordum ama gerisi yoktu hafızamda.
Likos iki gündür geliyor, o da Belle gibi uyanmam için yalvarıyor ve odamdan çıkıyordu. Babam bile, koskoca kral bile gelip, uyanmam için bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Benimde, en çok istediğim şeydi zaten bu. Ama bedenim, aklıma tezat asla uyanmak istemiyor ve bana düşüncelerinle yetin imasında bulunuyordu.
Belle'in bu sözleri ile, tekrardan gözlerimi açmaya çalıştım. Ama nafileydi. Sürülen merhemden dolayı nemli olan gözlerimi, milim bile kıpırdatamamıştım. Bunu neden yapamıyordum?
Gürültülü bir kapı açılma sesi ile, Belle'den ufak bir çığlık koptu.
"Arrok prensi! Sizin burada ne işiniz var?"
Çığlığı sonlandığında sorduğu soru ile, odaya girenin Ares olduğunu anlamıştım.
"Hayır, lütfen o büyüyü bozun" dedi Belle.
Ne büyüsünden bahsediyordu Bell?
"Başka seçenek mi bıraktınız? Onu kurtaran kişinin ben olduğumu bile bile, beni krallığa sokmadınız! Bir kez olsun, görmeme izin vermediniz. Şimdi Belle, sana zarar vermek istemiyorum. Lütfen, sadece sus ve kimseye bir şey söyleme." Sözleri beni dahada uyanma isteğine boğdu. Ares, beni görmek için neler ile uğraşmış. Krallığa girmesine engel olunsada, o beni görmek için krallığın emrine karşı gelmiş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RANORA
FantasyArrok hükmünün sürdüğü bölgede Arrok kralı iblis kanlılar ile açtıkları büyü kitabının yasak bölümünden safkanları değiştirecek yüce kanları barındıran sıvıyı hamile kuaris kraliçesinin karnına enjekte eder. Öyle bir gücün o fetüsü öldürmesi gerekir...