"Seni zindana attığımı çok net hatırlıyorum." Kaşlarını çatıp ıslak saçlarıma ardından Jungkook'a baktı. "Ne oluyor?" Garipti ama korkmadım, belimde hissettiğim keskin kemikli parmakları öylesine güç veriyordu ki, ülke fethedecek kadar cesaretli hissediyordum.
"Jimin sen odana git." Sırtımı sıvazlayıp gözlerime baktığında kafamla onayladım. İkisine de selam verip oradan uzaklaştığımda tüm cesaretim buhar olup uçmuştu sanki. Bana güç veren şey kesinlikle Jungkook'un kendisiydi.
Odama koşar adımlarla girip kendimi yatağa attım. Akşama kadar uyuyup bütün olanları birkaç saatliğine unutmaktı amacım. Kollarımı iki yana açıp tavanı izledim, Jungkook'un her şeye rağmen beni koruyup kolladığı anlar gözümün önüne doldukça gülümsemeden edemedim.
Taehyung'un nerede olduğunu bilmiyordum, yavaş yavaş gözlerim uykusuzluktan kapanırken daha fazla direnmedim. Camdan giren soğuk esinti, çıplak ayağıma değip geçen rüzgar bir pamuk kadar yumuşaktı.
Dışarıdan gelen yaprak sesleriyle bedenimi uykunun güvenli kollarına bıraktım.
"Ben üzgünüm." Leonardo'nun kehribar gözlerine dalıp gidiyorken söylediği cümle yüzünden kaşlarım çatıldı. "Üzgünüm bebeğim." Elimin altındaki çiçeklerin eziliyor olduğunu fark etmemiştim bile. Korkuyordum, eskisine nazaran buz kütlesi olan irisleri beni üşütüyordu." Ayrılalım."
Dudaklarım titriyorken bakışlarımı tepemizde ki aya çevirdim. Leonardo'nun kehribar gözlerinin yanında oldukça sönük kalıyordu.
Onu yanımda elbette tutamazdım, omzumu silkip soğuk çimenlere yaslandım. Gözümden akan yaş kulağıma doğru yol izledi. Silmedim. Silemedim....
Mecalim yoktu, elimi kaldıracak, Leonardo'ya bağıracak, üzülecek. Ben sadece kırgındım işte, beni böylesine yüzüstü bıraktığı için.
"Git." Dedim sesim titriyorken. "Git yoksa kalbini kırarım." Dokunmak için elini uzattığında bekledim. Dokunmasını, özür dilemesini. Lakin gitti, hiçbir şey olmamış gibi yanımdan kalkıp gitti.
"Leonardo." Bağırdım. Sanki sesim duyulmuyormuş gibi arkasını bile dönmedi. "Gitme." Belki de boğazım yırtılana kadar susmadım. Çığlıklarımın arasına dolan göz yaşlarımı bir türlü durduramadım. Ne Leonardo duruyordu ne de göz yaşlarım.
"Gitme." Yataktan zıplar gibi doğrulduğumda karanlıkta ayı bulmaya çalıştım. Sonunda gözlerim koyu siyaha alışıyorken elime ilişen kemikli parmaklarla yeni yeni anladım ağladığımı. Çenemde hissettiğim yaş, ne tutunabiliyordu ne de düşüyordu.
"Buradayım." Uykulu sesi kulaklarıma iliştiğinde gözlerimi kapatıp yanına uzandım. Kollarımı beline dolayıp ağlamaya devam ettim. "Buradayım güzelim." Onun ne zaman yanıma gelip yattığını bile bilmiyordum.
"Jungkook." Neredeyse nefes alamıyordum, sesim içime kaçmış gibiydi. "Gitme." Burnumu göğsüne birkaç kez sürtüp daha çok sarmaladım belini. Şimdi asla gidemezdi.
"Buradayım, hep burada olacağım."
××
"Bunu ne zaman çizdin?" Elime aldığım tabloyu inceledim. Çizim yeteneğine hayrandım, ilk defa beraber olduğumuz bir tabloya denk geliyordum. Budan daha kaç tane olduğunu merak ettim. (yn/ aşağıda var)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leonardo °Jikook
Fiksi PenggemarTamamlandı ✔️ "Muhafızlar ne duruyorsunuz, zindana atın." Leonardo'nun Prens Jeon olduğunu nereden bilebilirdi ki? Seme¡Jk Uke¡Jm