10/Tanrı eseri

1.3K 210 40
                                    

Final yaklaştığına göre bazı zamanlar iki bölüm atabilirim.
××

"Bunu neden yaptınız?" Elime tutuşturduğu ithal çayı içiyordum. Tadı oldukça güzeldi, şimdi neden bunun için ısrar ettiğini anlıyordum. "Kral sizi öldürebilir." Kaşlarım kalkıyorken sıcak çaydan bir yudum aldım.

"Bunları kafana takma." Gülümseyip benim gibi çayından bir yudum aldı. Ben fincanı tüm parmaklarımla kavramışken o işaret parmağı ve baş parmağı arasına sıkıştırdığı kulpu serçe parmak ayrıntısıyla içiyordu. Nazik ve görgülü. "Nasıl? Anlattığım kadar güzel mi?" Kaşıyla henüz yarılamadığım çayı işaret etti.

İlk içişte tadı güzel olsa da birkaç içişten sonra bozuluyordu. Mahçup bir ifadeyle kafamı sallayıp pantolonumun üzerindeki tozu silkeledim. "Yanağına ne oldu?" Fincanı tabağa nazikçe koyup yanıma ilişti. Saygısızlık olsa da kalkmadım, yorgundum.

"Önemli bir şey değil." Sanki görecekmişim gibi yanağıma dokunup bakışlarımı ona çevirdim. "Bir çizik."

"Kusursuz yüzüne böyle bir iz bırakmak kimin haddine?" Eğilip ellerimi tuttu. Onun yanında huzursuz hissediyordum. Gülümseyip kafamı iki yana salladım.

"Gerçekten önemli değil. Ömrümün sonuna kadar kalmayacak ya." Dudaklarını ısırıp kafasıyla beni onayladı. Hala daha endişeli olduğunu gözlerinden anlayabiliyordum.

"Nasıl bu kadar çok benzeyebilirsin?" Kafasını yana yatırıp yüzümü inceledi. Gözlerindeki duyguyu elbette görebiliyordum. Biraz hevesi kursağında kalmış, biraz yorulmuş gibiydi. Bu yorgunluğun normal olmadığını iç çekişleri belli ediyordu zaten.

"Kime?" Kaşlarımı çatıp elimin üstünde sürtünen baş parmağına baktım.

"Kardeşime." Yanaklarını şişirip yanımdan kalktı. Yüzünün yarısını kaplayan maskeyi hala daha çıkartmış değildi, onu görebilmek adına maskesini çıkarmasını istiyordum.

Pencereden dışarıyı izliyorken rüzgardan uçuşan saçlarının kokusu burnuma kadar geldi. İpek gibi gözüken saçlarının kötü kokması ihtimal bile değildi zaten.

"Onu aksine senin kanadın kırık değil, tabi kırılmayacak diye bir kural da yok." Omzunun üstünden bana bakıp dudaklarını büzdü. "Sana bir şey olsun istemem, elimde bir fotoğrafı bile olmayan kardeşimi sana bakarak hatırlıyorum." Yerimden kalkıp arkasına gittim.

Üzgündü... Garip bir üzgünlüktü fakat içinden geçen binbir duyguyu yakalıyordum. "Maskeniz sizi rahatsız etmiyor mu?"

Gülümseyip bana döndü. Kalçasını pencerenin mermerine yaslarken yarama gözü kaydı. "Altındaki rahatsız ediyor." Omzunu silkip göğsüne düşen saçını arkaya attı.

"Görebilmek isterdim." İşaret parmağımı maskesine götürdüğümde kaçındı. Hayal kırıklığıyla elimi kalçamın yanına indirip gözüne baktım. Ürkekti, maskesini çıkaracak olursam kıyameti koparabilirdi.

"Haddime değil belki ama oraya ne olduğunu öğrenebilir miyim?" İçinde yatan küçük çocuğu görmemek imkansızdı. Birilerine ihtiyacı olduğu belliydi. Bu koca şatoda hiç arkadaşı yok muydu?

"Jimin yaptı." Kaşlarımı çatıp kahkülümü yana attım. "Sen değil, kardeşim olan Jimin." Tipimiz gibi ismimizde mi benziyordu?

"Nasıl yaptı?" Gülümseyip maskesine dokundu. Onu çıkartıp içindeki yarayı görmek istedim. İmkansız olan bir şeyi her zaman yapmak istemişimdir.

"Küçükken kılıç eğitimi alıyorduk. Benimle kavga etmek için istekliydi, ona hayır desem de hep küstah bir çocuk olmuştur." Gülümseyip maskesinin üzerinden elini çekti. "Elinde gerçek bir kılıç olduğunu unutup savurduğunda kemiğime kadar yara aldım." Acımış olmalıydı.

Anlatırken yaptığı mimikler acısını gösteriyordu. Dişlerimi sıkıp sözünü bitirmesini bekledim.

"Büyüdüğümüzde ise gerçek bir düşman olduk. İkimizden birisi ölecekti bu yüzden onu öldürmek zorundaydım." Sorduğum soru yüzünden kendimi tokatlayabilirdim.

İçim sızladı, kalbim parçalandı ama sesimi çıkarmadan dinledim.

"Yaranızı görmek istiyorum." Maskesini tutup kaşlarımı kaldırdım. Engel olmadı, sanki bana kalbini açtığı için güven duymak isteyen yanını dinlemek için çırpınıyordu. "Sorun olur mu?"

"Bu berbat bir şey." İpini çözdüğü maskesini avucum arasından alıp yarayı görmemi sağladı. Ortada kusur göremiyordum. Sanki acıyacakmış gibi nazikçe dokundum yarasına. Kaşından başlayıp gözünün biraz altında biten yara benim için kötü değildi.

"Tanrı eseri gibi." Gülümseyip gözlerine baktım. Hala daha tedirgindi. "Böyle bir şeyi neden sakladığınızı anlamış değilim." Elimi çeker çekmez maskesini taktı. Ona ne söylersem söyleyeyim yüzünü saklamaktan vaz geçmeyeceki.

××

Üçüncü günüm oluyordu. Bu süre zarfında Yoongi'ye daha çok yakınlaşmıştım. Kimse burada olduğumu bilmiyordu. Jungkook'u, Taehyung'u ve aptal Hoseok'u özlemiştim.

"Bugün düşüncelisin." Hala daha temiz olan tabağımı gösterdi. "Jungkook'u özledin öyle değil mi?" Onun nereden bildiğini sormak için fazla üşengeçtim. Omzumu silkip elimde tuttuğum çatalı masaya koydum.

"Biraz." Burukça gülümseyip arkama yaslandım. Yoongi yüzünden bağımlısı olduğum çayı içmekten başka hiçbir şey gitmiyordu boğazımdan.

"Bugün buraya geliyor." Gözlerimi tabaktan kaldırıp ona çevirdim. Gülümsemem daha da büyürken açılan kapıyla yerimden kalktım. "Prens Jeon geliyor." Muhafızların sesi ve her zaman duymayı özlediğim kişi kulağıma dolduğunda gözlerimi tutamadım.

Kalbim, göğüs kafesimi parçalıyorken koşarak sarılan Jungkook'un boynuna ince kollarımı doladım. Kokusu, yüzünün her bir ayrıntısı henüz aklımdan gitmiş değildi. "Seni özledim." Omzumdan tutup gözlerime baktı. "Ağlama." Gözyaşlarımı silip gülümsedi.

Onu ne kadar özlediğimi bilse ne hissettiğimi anlardı. "Beni götürmek için mi geldin?" Birkaç saniye gözlerime bakıp kaşlarını çattı. Götürmeyecekti, götürürse ikimiz için de hiç iyi şeyler olmazdı. "Sorun değil." Yüzünü avuçlarım arasına alıp dudağına öpücük bıraktım. "Benim için Taehyung'a iyi bak, bazen tek yatamıyor." Çenemde hissettiğim gözyaşını elimin tersiyle silip dolu gözlerine baktım. "Hoseok'a söyle yanından ayrılmasın."

Zorlukla kafasını sallayıp dudağımı öptü. Nefessiz kalana kadar emdiği dudaklarımı ona sundum. Bunu özlemiştim, onunla öpüşmek bile bana ayrı bir zevk veriyordu.

"Dayan Jimin, her şey düzelecek." Saçlarımı okşayıp çenemi tuttu. "Artık saklanmak zorunda kalmayacağız. Babamı öldürmeye bile razıyım." Gülümseyip alnını alnıma dayadı. Küçük bir çocuğun sevinci vardı gözlerinde.

Bu görüntüyü ilk kez görmüş değildim.

"Sadece birkaç gün daha."

Leonardo °JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin