Ocak, 2023 / Belirsiz
Her ruhun bir doğuşu, her zihnin bir aydınlanışı, her hayatın bir dönüm noktası vardı. Yalnız bizim etrafımızda döndüğü yanılgısına kapıldığımız dünyanın düzeni bu şekilde ilerler, kendini yahut bizi mutlaka yenilerdi ancak bunu yaparken arkasında bir iz bırakmadan geçmezdi. Kimi zaman ruhumuza bir çizik atar, kimi zaman ayağımıza bir çelme takardı. Tek bir ânı bile pas geçme merhametinde bulunmazdı zira bir kere acırsa her zaman acımak zorunda kalırdı. Her şeyin sonunda önem arz eden tek husus, düzenin adaletli bir şekilde devam edebilmesiydi.
Lâkin... Dünyanın da yanıldığı anlar olmaz mıydı?
Zamansız bir zamanın içinde 'doğru' yaftasıyla süregelen bir düzen, sahiden, ne kadar doğruydu?
Her insan, kötü bir şey yaptığı için kötü mü sayılırdı mesela? Onun bütün iyiliklerinin silinmesine tek bir damla siyah mürekkep yeterli miydi, eğer öyleyse bu düzen ne derece adaletliydi?
Kim olduğumu anladığım ilk andan itibaren kafamın içinde durmadan dönen sorulardan yalnızca birkaç tanesi, şimdi, cevaplanmaya hazırlardı. Artık anlıyordum; doğru diye bir şey yoktu, hiçbir zaman olmamıştı. Güçsüz olan insanlar yalnızca bir olgunun doğru olduğuna inanırlar ve diğer herkesi de kendilerine katılmaya zorlarlardı. Kendi çıkarların uğruna başkalarını harcama gücüne sahipsen gerçek bile sayılmayacak doğruların boyunduruğunu ne derece umursayabilirdin ki?
Babam umursamamıştı mesela. Henüz on üç yaşındaki bir kız çocuğunun eline silah verip birini öldürmeye zorlaması, yapmadığı için de onu günlerce ahırda tutsak etmesi toplumun yargılarına göre 'doğru' bir davranış sayılmazdı. Onu bir asker eğitir gibi eğitmesi, evden dışarı adımını atmasına izin vermemesi, her yapılan işkenceyi sırf daha dirayetli olsun diye ona izletmesi; bunların hiçbiri, doğru olarak adlandırılmazdı, değil mi? İşte, babam ve onun gibi güç sahibi adamlar için doğrular bir önem arz etmezdi.
Bu nedenle o küçük kız gibi insanlar kendi adaletlerini kendileri aramaya çıkarlardı çünkü bildikleri en önemli şey, gücün tutsağı olmuş kimsenin onlara yardım eli uzatmayacağıydı.
Ve bu dünyada güç tarafından ele geçirilmemiş tek bir insan evladı dahi bulunmazdı.
Yutkundum, havada asılı kalmış ellerimin bariz bir şekilde titrediğini görebiliyordum ancak felç olmuş gibi hissediyordum. Bir put kadar hareketsizdim ve bunun başıma iş açacağının da bilincindeydim zira hiçbir şey beklediğim gibi gitmemişti. Sikeyim. Silah boştu. İçinde mermi falan yoktu!
Silahı ateşlememin üzerinden belki bir dakika geçmiş, belki de geçmemişti ki olan bitenin farkına varmamla gözlerim kocaman açıldı ve zihnim, bir makine gibi kaldığı yerden yeniden işlemeye devam etti. Karşımdaki kadın da en az benim kadar şaşkınlık içindeyken bu durumdan ilk sıyrılan taraf ben olmuştum; elimdeki silahın tersini çevirerek kadına doğru atıldım, elimi havaya kaldırdığım anda ise arka taraftan beklemediğim bir hamle yapıldı ve silah olan kolumdan tutularak şiddetle geriye çekildim. Bedenim bu hız sayesinde olması gerektiğinden daha fazla savrulurken elimdeki tabanca da bir hışımla odanın diğer ucuna uçmuştu. Neler olduğunu kavramama müsaade etmeden biri beni yatağa itti ve Karlos'la o kadın aynı anda üstüme çullandılar.
Üçümüz birden nefes nefese kalmışken irileşmiş gözlerimle onlara baktım, onlar ise öyle öfke dolu görünüyorlardı ki bir an, beni oracıkta boğacaklarını düşünmeden edememiştim. Kendilerini öldürmeye kalktığım için öfkeli olmakta haklılardı ancak benim perspektifimden bakmayı beceremedikleri aşikârdı. Ben onları öldürmezsem onlar bunu yapmaktan çekinmezlerdi, bu yüzden hızlı olan daima kazanırdı. Babamın acımasız öğretileri sayesinde hayatta kalmayı başarabiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜKÜM
AcciónYer yarıldı, tüm düşmanlar dışarıya salındı. Gök haykırdı, bir ferman imzalandı. Gece karası bakışların sahibi, artık kurtluğun düştüğünü anladı. Birkaç dakika boyunca yalnızca kopacak fırtınaları düşündü Kara, daha sonra, uzun süre evvel zihnine u...