"Gönlün hüzünlenince bunu ganimet bil. Çünkü insan, sıkıntılarının bereketiyle bir yerlere gelir."-Ebu-l Hasan Harakani Hz.
Gün aydınlanmıştı, elimde ki kahveyi yudumlarken güneşin doğuşunu seyrediyordum. Güne erken başlamak beynen ve bedenen kendimi daha dinç hissettirmişti. Öyle ki zihnim aklımdaki düşünceleri ölçüp tartmaya başlamıştı bile. Bugün bir karar vermem gerekiyordu, ya şirketten vazgeçip batmasını kabullenecek ya da gereken parayı bulup kurtaracaktım.
Hayatım boyunca, tüm yolları denemeden, son dediğim çareyi kullanmadan vazgeçmemiştim. Vazgeçmek, pes etmek yoktu hayatımda. Ve hiç olmamıştı... Dün olduğu gibi bugün de tüm gücümle sonuna kadar savaşacaktım. Bana ait olan her şeyi çoktan satılığa çıkarmıştım, fakat anneme ait olanlar için onunla konuşmam gerekiyordu.
Mutfağın kapısı aralandığında karşımda Asi'yi görmeyi beklemediğimden şaşırmıştım. Dün gece geç uyumasına, sabahta beni namaza kaldırmasına rağmen erken uyanmıştı. Surat ifadesine bakılırsa uyumak isteyipte uyuyamıyormuş gibi bir hali vardı. Beni görünce karnını saran elleri hızla geri çekildi.
"Erkencisin? " Bu bir sorudan çok durum tespitiydi.
"Sende öyle... Ameliyatlı birine göre fazla dinçsin." dedim. Onu ne zaman görsem ayaktaydı. Gülümsedi. Mutfak dolaplarından birini açtı. Almak için uzandığı cezveyi ondan önce davranarak aldım ve ona uzattım. Cezveyi almaya çalıştığı sırada bir şey olmuştu yüzü, canı acırmış gibi bir hal almıştı.
Sandalyeyi çekip onu oturttum. "İyi misin?" Sorum üzerine başını sallayıp, sandalyeden kalkmaya çalıştı. Buna izin vermedim.
"Sen otur, ne yapacaksan söyle ben yapayım?"
"Ben yaparım sen zahmet etme." Derin bir nefes aldım.
"Zahmet olmaz Asi, bana senin için yapacağım hiçbir şey zahmet olmaz." Sözlerim üzerine bakışlarını benden kaçırdı.
"Süt... Süt ısıtacaktım." dedi. Ayağa kalkıp dolaba doğru yürüdüm. Süt paketini alıp cezveye doldurdum ve ocağa koydum. Yeniden Asi'nin yanına geldiğimde, karşısında ki sandalyeyi çekip oturdum. Bir süre sessizce onu izledim. Hatta uzunca bir süre susup sadece onu izlemek istedim. Onun acı çeken yanını göstermeyip susuşuna bile eşlik ettim.
Canı yanıyordu, hem ruhen hem de bedenen yaralıydı. Ne bedenine ne de ruhuna ulaşmama izin vermiyordu."Güçlü görünmek zorunda değilsin Asi."Bir süre sonra dilimden dökülen cümle bu oldu.
" Güçlü görünmeye çalışmıyorum. "dedi sakince.
"Evet, güçlü görünmeye çalışıyorsun. Canın acırken bile sen hala dik duruyorsun. Canım acıyor bile diyemiyorsun Asi. " dedim sertçe.
"Hayır, çalışmıyorum." Aynı şekilde karşılık vermişti. "Çalışmıyorum çünkü güçlü olmak zorundayım. Kimseye boyun eğmeden yaşayabilmek için buna mecburum." Beklemediğim bu çıkışı karşısında şaşırmıştım.
"Canım acıyor olabilir. Ama bu benim canım. Acısa da kırılsa da ben sarmalıyım."dedi sertçe. Şaşkındım, çünkü Asi sinirlenebiliyormuş.
" Neden güçsüz yanımı görmeyi bu kadar çok istiyorsun? " diye sordu. Aslında ben onun dik duruşunu kimseye boyun eğmeyişini seviyordum. Güçsüz yanını görmek istiyordum çünkü, ona bu şekilde yakın olacağımı düşünüyordum. Acısını, yarasını, kalbini bir tek bana açsın istiyordum. O kalın duvarlarını yıksın istiyordum. Ve sadece beni içeri alsın istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asi (Bir sabır hikayesi)
General Fiction"Silahı icat eden insanken, neden suçlu olan Allah? Vicdansız olan, elindeki ekmeği paylaşmayan insanken, adaletsiz olan neden Allah? Üstelik O herşeyi insanlar için yaratmışken..." Asi'nin sözleri karşısında diyecek bir şey bulamıyordu. Her seferin...