10-The Phone Call

2K 62 73
                                    

Gözlerimi araladığımda Ashton'un beni izlediğini gördüm. Esnediğimde gülümsedi. Günaydın diye mırıldandığımda dudaklarıma yaklaşıyordu. Onu durdurup, hızlıca banyoya ilerledim. Dişlerimi fırçalayıp döndüğümde hala aynı yerdeydi.

" Nereye gittin?"

Yatağa oturup ona yaklaştım.

" Dişlerimi fırçaladım. Sabah nefesi seni rahatsız edebilirdi."

Beni kucağına oturtup, döndü. Böylece altında kalmış oldum. Ben yutkunurken o kıkırdadı. Uzun zamandır böyle güldüğünü duymamıştım. Ah, Ashton çok güzeldin. Sıcak nefesi dudaklarıma vuruyordu.

" Umrumda değil." dedikten sonra dudaklarımızı buluşturdu. Altında erirken, kendini bana bastırmaya devam ediyordu. Bunun nereye gideceğini bildiğim için durmasını sağladım ve beraber mutfağa gittik.

Yine tezgahta oturmuştum. Dışarısı yağmurluydu. Ashton bana fransız tostu pişiriyordu. Diğer yandan da meyve doğrayıp, bana Fransa'da yaşadığı anılarından bahsediyordu.

Ben ise sadece aşık bir şekilde onu izliyordum. Arada gelip, dudaklarıma bir öpücük konduruyordu. Kalbimin kuş gibi atmasına sebep oluyordu.

Masayı kurduktan sonra beraber sohbet ederek kahvaltı ettik. Sonra beni bir yere götüreceğini söyledi. Üzerime bordo,bol kadife, yüksek bel bir pantolon ve siyah boğazlı dar bir badi giydim. Saçlarımı taradım ve gümüş küpelerimi taktım. Bunlar annemindi. Küçük melek şekilli.

Dudaklarıma parlatıcı sürdükten sonra aşağıya indim. Ashton botlarını siliyordu. Üzerinde deri ceketi vardı. Ben de deri ceket giymeyi severdim. Siyah postal ve siyah deri ceketimi giydim. Ikimizin de ceketli olması onu gülümsemişti. Yeniden dudaklarını dudaklarım bastırınca ben de gülümsedim.

Arabaya binene kadar üşümüştüm. Hava soğuktu. Burnum kaşınınca hapşırdım. Bu havaya rağmen kırmızı güllerle dolu bir bahçenin yanından geçiyorduk. Ashton bana baktı.

" Hasta mı oldun?"

Kafamı iki yana sallayıp, yeniden hapşırdım.

" Güle alerjim var."

Kafasını sallayıp, hava girsin diye açtığı camı kapattı. Bana arka koltuktan battaniye uzattı. Koyu kırmızı kareli, yün bir battaniye.

" Yolumuz biraz uzun ama inan bana seveceksin."

Bütün yol bir sürü şey hakkında konuştuk. Onunla konuşmayı seviyordum.

Ve neredeyse 3 saatin sonunda araba durdu. Burası ormanın bir ucunda olan bir dağ eviydi.Ashton benim kapımı açıp, beni yere indirdi. Yolda aldığı şeyleri, bagajdan çıkardı. O sırada da yağmur yağmaya başladı. Elimizde poşetlerle kapıya koştuk. Yağmur bir anda sağanak şeklinde bastırmıştı.

" Sikeyim! Anahtarlar arabada kaldı." dedi ve yağmurda koşarak arabaya gitti. Anahtarlarla döndüğünde sırılsıklam olmuştu. Kapıyı açıp içeri girdiğimizde poşetleri mutfak gibi bir yere bıraktık. Çamurlu botlarımızı çıkardık.Ashton havlu getirdi. Üzerindeki yaş giysileri çıkardı, ben de saçımı kuruladım.

Burada bıraktığı giysilerden siyah bir kazak ve  gri bir eşofman altı giydi.
Sonra bana yaklaştı ve ceketimi çıkardı. Kuru olduğumu görünce geri çekildi. Ama sonra yeniden yaklaştı.

" İçindeki sütyeni çıkar, öyle daha hoşuma gidiyor." dediğinde yanaklarım kızarmıştı. Ama ısrarcı bakışları üzerine arkamı dönüp dediğini yaptım. Sütyenimi aldı. Parmağında döndürdü.

"Benimleyken, sütyen takmanı istemiyorum."

Siyah badi vücudumu tam anlamıyla sarıyordu. Ashton ise gözlerini benden çekmiyordu. Yanıyordum. Göğüs uçlarım sertleşmişti ve Ashton'un gözlerinin hedefi onlardı.

Will you be my daddy? | IrwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin